9 Kasım 2009 Pazartesi

Tanrı'nın Azrail'i yanına çağırmasıyla başlar hikaye ve Tanrı Azrail'den Kafka adında bir adamı öldürüp kandine getirmesini ister. Azrail elindeki öldürülecekler listesinde küçük bir oynama yaparak Kafka'nın adını ilk sıraya alır ve canını almak için dünyaya iner. Prag'dan başlar aramaya ve tüm Avrupa'yı dolaşır, ama bulamaz. Tanrıya karşı mahcup olmak istemediğinden hiç ara vermeden devam eder yolculuğuna ve tüm mevsimlerde, tüm kentleri dolaşır...
Tanrı'nın huzuruna çıktığında eli boştur. Tanrı Kafka'yı sorar kendisine, Azrail boyun büküp cevap verir, "Yok" der önce... "Sizin yarattığınız evrende Kafka adında bir adam yaşamıyor." Tanrı öfkelenir bu sözün karşısında, belki de ilk defa istediği bir şey yerine gelmemiştir. Gür sesiyle bağırır Azrail'e "Git o zaman onu kendi yarattığı dünyada bul ve getir."

14 Ekim 2009 Çarşamba

BİR ALINTI

Şimdi diyorlar ki memlekete özgürlük geldi. Doksan seneden beri tabu olan şeylerden bile artık serbestçe bahsedebilirsin.

Ama bir de ne görelim? Bu sefer başka şeyler sansüre tabi olmuş. Orduya, devlete, Yüce Manitu’ya istediğini söyle serbest, ama iş İlkçağ Arap mitolojisini sorgulamaya geldi mi orada dur diyorlar.

Neymiş? Allah diye biri varmış, canı sıkıldıkça kitap yazarmış ama artık yazmamaya karar vermiş, pırpır kanatlı ulaklarla birtakım hazretlere mesaj iletirmiş, o hazretlere dil uzatan maazallah çarpılırmış. Bu hikâyelere istemesen inanma diyorlar, tamam, ama inanmadığını açık açık söylemen caiz değildir. Nedenmiş? Müslümanlar alınırmış!

Doğanın boşluk kabul etmemesi gibi, bu toprakların havası mıdır, suyu mudur, özgürlük kabul etmiyor herhalde.

SEVAN NİŞANYAN Taraf, 21 Eylül 2009

8 Ekim 2009 Perşembe

???

Bir karanlıktan gelip bir karanlığa gidiyoruz. Homeros İlyadada, "İnsanoğlu en acı çeken yaratıktır." diyor. Çünkü ölüm bilincine varmış tek yaratıktır. Dostoyevski, Budalasında, "İnsanoğlunu sonsuz bir uçurum üstüne ayağını koyacak kadar bir yerde yaşamaya mahkum edin; yağmur altında, karda kışta, o acı içinde, açlıkta yoksullukta yaşar da ölmeye razı olmaz, yaşamını sürdürmekte direnir" diyor. Belki bu bir simge. Ama biliyoruz ki, insanoğlu açlıklar, yokluklar, sömürgeler, sefaletler, aşağılanmalar arasında yaşamaya devam ediyor. Şimdi, nedir bu dünyaya bağlılığımız? Nedir bu? Varmak istediğim gerçek, insanın içindeki bu sevinç ne?

YAŞAR KEMAL
BİNBİR ÇİÇEKLİ BAHÇE(s.162)

5 Ekim 2009 Pazartesi

İŞÇİ

Yüreğim acıyor
Sökülüyor taş taş sokaklar
Caddeleri kana buluyorlar
Yüreğim acıyor
Ayaza dönük sevgim
Sevgim kanadı kırılmış kuş gibi çırpınıyor
Çırpınıyor göğe, kente ve sokaklara baka baka
Bakıyorum kent sisli

sokaklar sisli
Bir adam geçer sokaktan

adı işçi
Ahmet, Mehmet değil ha, işçi
İşçi adı
işçi oğlu işçi
Çayın demi der ona "İşçisin"
Sabahın ayazı
Uykunun mayhoşluğu

ve dizlerde

ve omuzlarda

ve kollarında

ve bacaklarındaki ağrı

Kulaklarındaki uğultu, uykusuz geceleri

sancılı rüyaları

işçisin der ona

Caddelere bakmadan

ezberlediği dünden

kaygılandığı yarından

alır suskunluğunu, sessizliğini
Bugünün korkusundandır durgunluğu
Yürür caddelerde, caddeler kanlı

Yürür sokakta, sokaklar kirli
Yürür kendi içinde, kendinden kaçarak

içindekini dışına çıkarmadan

dışındakini içine almadan
Çiçeğe, böceğe, aşka meşke bakmadan

Yürür karın tokluğuna

yürür kısa ve çok uzun bir yolda...
Oturur makinesine
işler tıkır tıkır makinesi

Tel tel sacları ter içinde

ter içinde her bir yanı
yorgunluğu yılgınlığı su içinde

Yoldan geçer bir işçi

Yevmiyesine çalışır
Ezberedir günleri

Ezberi bozsa yevmiye yok

Yevmiye yoksa aş yok

Aş olmadan tokluk yok

Sokaklar kirli

Kent isli

Yürür çok kısa

çok çok uzun bir yolda

Gördüğü, baktığı

duyduğu, dokunduğu

düşündüğü her şey der ki ona

İŞÇİSİN SEN İŞÇİ...

PABLO NERUDA - I LIKE FOR YOU TO BE STILL

I like for you to be still: it is as though you were absent,
and you hear me from far away and my voice does not touch you.
It seems as though your eyes had flown away
and it seems that a kiss had sealed your mouth.

As all things are filled with my soul
you emerge from the things, filled with my soul.
You are like my soul, a butterfly of dream,
and you are like the word Melancholy.

I like for you to be still, and you seem far away.
It sounds as though you were lamenting, a butterfly cooing like a dove.
And you hear me from far away, and my voice does not reach you:
Let me come to be still in your silence.

And let me talk to you with your silence
that is bright as a lamp, simple as a ring.
You are like the night, with its stillness and constellations.
Your silence is that of a star, as remote and candid.

I like for you to be still: it is as though you were absent,
distant and full of sorrow as though you had died.
One word then, one smile, is enough.
And I am happy, happy that it's not true.

29 Eylül 2009 Salı

ATAOL BEHRAMOĞLU - AŞK İKİ KİŞİLİKTİR

Değişir rüzgarın yönü
Solar ansızın yapraklar;
Şaşırır yolunu denizde gemi
Boşuna bir liman arar;
Gülüşü bir yabancının
Çalmıştır senden sevdiğini;
İçinde biriken zehir
Sadece kendini öldürecektir;
Ölümdür yaşanan tek başına
Aşk iki kişiliktir.

Bir anı bile kalmamıştır
Geceler boyu sevişmelerden;
Binlerce yıl uzaklardadır
Binlerce kez dokunduğun ten;
Yazabileceğin şiirler
Çoktan yazılıp bitmiştir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.

Avutamaz olur artık
Seni bildiğin şarkılar;
Boşanır keder zincirlerinden
Sular tersin tersin akar;
Bir hançer gibi çeksen de sevgini
Onu ancak öldürmeye yarar:
Uçarı kuşu sevdanın
Alıp başını gitmiştir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.

Yitik bir ezgisin sadece,
Tüketilmiş ve düşmüş, gözden.
Düşlerinde bir çocuk hıçkırır
Gece camlara sürtünürken;
Çünkü hiç bir kelebek
Tek başına yaşayamaz sevdasını,
Severken hiçbir böcek
Hiç bir kuş yalnız değildir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.

21 Eylül 2009 Pazartesi

...

Beceremiyorum yaşamayı
En azından başkalarını becermiyorum...
glsm

11 Eylül 2009 Cuma

LOIS ARAGON - MUTLU AŞK YOKTUR

İnsan her şeyi elinde tutamaz hiç bir zaman
Ne gücünü ne güçsüzlüğünü ne de yüreğini
Ve açtım derken kollarını bir haç olur gölgesi
Ve sarıldım derken mutluluğuna parçalar o şeyi
Hayatı garip ve acı dolu bir ayrılıktır her an
Mutlu aşk yoktur

Hayatı Bu silahsız askerlere benzer
Bir başka kader için giyinip kuşanan
Ne yarar var onlara sabah erken kalkmaktan
Onlar ki akşamları aylak kararsız insan
Söyle bunları Hayatım Ve bunca gözyaşı yeter
Mutlu aşk yoktur

Güzel aşkım tatlı aşkım kanayan yaram benim
İçimde taşırım seni yaralı bir kuş gibi
Ve onlar bilmeden izler geçiyorken bizleri
Ardımdan tekrarlayıp ördüğüm sözcükleri
Ve hemen can verdiler iri gözlerin için
Mutlu aşk yoktur

Vakit çok geç artık hayatı öğrenmeye
Yüreklerimiz birlikte ağlasın sabaha dek
En küçük şarkı için nice mutsuzluk gerek
Bir ürperişi nice pişmanlıkla ödemek
Nice hıçkırık gerek bir gitar ezgisine
Mutlu aşk yoktur

Bir tek aşk yoktur acıya garketmesin
Bir tek aşk yoktur kalpte açmasın yara
Bir tek aşk yoktur iz bırakmasın insanda
Ve senden daha fazla değil vatan aşkı da
Bir tek aşk yok yaşayan gözyaşı dökmeksizin
Mutlu aşk yoktur ama
Böyledir ikimizin aşkı da

CAN YÜCEL - AKDENİZ YARAŞIYOR SANA

Akdeniz yaraşıyor sana
Yıldızlar terler ya sen de terliyorsun
Aynı ıslak pırıltı burun kanatlarında
Hiç dinmiyor motorların gürültüsü
Köpekler havlıyor uzaktan
Demin bir çocuk havladı
Fatmanım cumbadan çarşaf silkiyor yine
Ali dumdum anasına sövüyor saatlerdir
Denizi tokmaklıyor balıkçılar
Bu sesler işte sessizliğini büyüten toprak
O sesinin sardunyalar gibi konuşkan sessizliği
Hayatta yattık dün gece
Üstümüzde meltem
Kekik kokuyor ellerim hala
Senle yatmadım sanki
Dağları dolaştım
Ben senden öğrendim deniz yazmayı
Elimden düşmüyor mavi kalem
Bir tirandil çıkar gibi sefere
Okula gidiyor öğretmenim
Ben de ardından açılıyorum
Bir poyraz çizip deftere
Bir ada var sırf ebabil
Dönüyor dönüyor başımda
Senle yaşadığım günler
Gümüş bir çevre oldu ömrüm
Değince güneşine
Neden sonra buldum o kaçakçı mağarasını
Gözlerim kamaşınca senden
Ölüm belki sularından kaçırdığım
O loş suda yıkanmaktır
Durdukça yosundan yeşil
Kulaç attıkça mavi
Ben düzde sanırdım yıkıntım
Örenim alkolik asarım
Mutun doruğundaymışım meğer
Senle çıkınca anladım
Eski Yunan atları var hani
Yeleleri bükümlü
Gün inerken de öyle
Ağaçtan izdüşümleriyle
Yürüyor Balan tepeleri
Yürüyor bölük bölük can
Toplu bir güzelliğe doğru
Kadınım Yaraşıyorsun sen Akdenize

CAN YÜCEL - SEVGİ DUVARI

sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa
kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
dilimizde akşamdan kalma bir küfür
salonlar piyasalar sanat sevicileri
derdim günüm insan içine çıkarmaktı seni
yakanda bir amonyak çiçeği
yalnızlığım benim sidikli kontesim
ne kadar rezil olursak o kadar iyi
kumkapı meyhanelerine dadandık
önümüzde altınbaş altın zincir fasulye pilakisi
aramızda görevliler ekipler hızır paşalar
sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
çöpçülerin elleriyle okşardın beni
yalnızlığım benim süpürge saçlım
ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi
baktım gökte bir kırmızı bir uçak
bol çelik bol yıldız bol insan
bir gece sevgi duvarını aştık
düştüğüm yer öyle açık seçik ki
başucumda bir sen varsın bir de evren
saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
yalnızlığım benim çoğul türkülerim
ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi

Altay Öktem - Sen Bir Dağsın Esmer Adamların Durmadan Kazdığı

bir dünya varsa eğer kitapların yazdığı
babamın anlattığı doğruysa yani; öyle bir dünya
sen dışındasın hem de merkezisin bir anlamda
eğri bir biçimsin birlikte yakalandığımız

kendisiyiz hep suçlanan bir sesin
yağmurda kaybolmuş bir kedinin korkusuyuz
ya da buna benzer bir şeyiz; hiçbirşeyiz

az çekilen bir ceza gibi tırmanmıştık hayatı
anımsa; aşk uzun süren uykusuydu evcil bir kışın
ya da öyle sanmıştık; bütün suçları işledik ne güzel

şimdi güpegündüz ben bir dağı kazmaya gidiyorum
sen bir dağsın esmer adamların durmadan kazdığı

hep başkalarının kollarında seviyoruz hayatı
raydan çıkan tren ne kadar severse enkazını
o kadar. onun kadar seviyorum inan suçlarını

aşk tek kişiliktir, bütün deliler bilir sayı saymasını
ve sarılıp yatmanın anlamı yoktur kaldırımlarda
eğer fazla yaşlanmışsak bir anda. fazla ıslanmışsak
hiçbir acı dönüşmez başka bir acıya

bir dünya varsa eğer kitapların yazdığı
yırt bütün kitapları. beni sevdiğini kanıtla
yatağını açık tut bütün aşklara

17 Ağustos 2009 Pazartesi

İnsanlık büyük bir buhran içerisinde. Tek bir amaç var; o da hayatta kalmak. Bunun için yapılabilecek herşeyi yapmaya hazırlar. Gerekirse öldürmeye bile... Kendi zayıflıklarını örtmek için bir tanrı uydurmuşlar kendine, tapınıp duruyorlar. Halbuki bilmiyorlar kendi elleriyle yarattıları bu tanrı güçlendi ve şimdi onlarla oyun oynuyor. Yani anlaşılan 'Boynuz kulağı geçti.'
Herkes hayatta kalmak istiyor ve herşeyi yapıyor ya; kimisi mutluluğunu bile bırakmaya hazır ve hatta bırakanlar bile var. Hem de o kendi yarattıkları tanrıya, en çok ihtiyaç duydukları şey olduğundan habersiz... Bilmiyorlar mı onlar mutlulukları kendi meyvelerinde? Yaşamak istiyorlar sonsuza dek fakat bu yaşamın bir amacı kalmamış. Çünkü amaç araç olmuş, bir anlam bırakmamışlar yaşamaya.
Bir öpücük lazım insanlara onları derin uykularından uyandıracak. Ne kadar suçlu da olsalar onlar insan. Yani öyle su serperek kaldırmamak lazım. Keza belki öpersek anlarlar artık mutlu olmak ihtyacını. Hoş anlasalar bile boş sayılır ya artık... Nasıl öldürecekler tekrar o tanrıyı? Kim öldürebilir ki artık onu? İşte! Ben öldürdüm o tanrıyı... Hem de mutluluğumu silah yaparak... Biliyordum ki insanlar mutlu olursa mutluluk geri bana dönecek sonunda...

YILMAZ ODABAŞI

d(erken) yıllar geçer
o herhangi bir gün de akşam olur
akşam olur sen bana bir bardak çay getirirsin
ensenden öperim o saat bardakta şeker gibi erirsin
sen bir yaz güneşisin bakınca gözlerine bir sevinir
bir sevinirsin..

yüreğinden ansızın okul çocuklarının trampetleri geçer
tramvaylar havai fişekler geçer..
benim yüreğimde ise hep uzak ki yollar
içinden uzun yol otobüsleri sessiz ırmaklar geçer..
benim ırmaklarım
ırmaklarım benim senin gözlerinden geçer...

13 Ağustos 2009 Perşembe

AHMET ARİF - HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM

Seni, anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana.

Ard- arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarda gürül- gürül akan bir dünya...
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana
Bir bu yana...

Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara,
Akan yıldıza,
Bir kibrit çöpüne varana,
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.

Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamlardan,
Bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene,
Seni anlatabilsem seni...
Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini...

UMUT ALTINÇAĞ - YİTİRİLEN

Ola ki yürürüm bir başka aşka
ya da yürürüm mavi olmayan bir gülüşe
unutma ki tek aşk olduğum sensin
âşık olduğum değil.

Karanlıkla süzülüyor içime yıkım
dur diyorum yıkılıyorum
uçurumları başucuma koyuyorum sonra
okşuyorum saçlarını rüzgarda
sıcak ılık bir koku siniyor yüreğime
gitme diyorum gitme düşüyorum
sonra beni soruyorlar bana
tanımıyorum diyorum daha hiç karşılaşmadık
aynı çizgide bilge susu mu dinliyorlar ben sustukça
yazık bir çığlığın doğuşu gibi ölüyorlar
önce bir bir sonra hepsi
sonra mı bir ben kalıyorum bir de yalnızlık
uçurumlar yıkımlar ben ve yalnızlık.

Zorlu bir savaşın unutulmuş cesetleri gibi yatıyoruz yan yana
öpüşüyoruz sevişiyoruz da hatta
her şey oyunun yasaklarına uygun bir yasak oluyor sonra
tek umudumuzu göğe gelin ediyoruz telli kanlı düğün işte.

Üşüyor saçlar biliyorum dargın mısın
bu baharda mayısa bıraktığım gibi misin hala
vurulmuş çocuk gibi büyümemiş yüreğinde hüzün
hala kaçıyor musun gözlerini bırakarak birilerinde
hala ellerinden tutup sevgileri dipsiz kuyuya salıyor musun ağlayarak
küçücük bir dokunuşla son sevilen olabiliyor musun
kendin kadar aklımdasın.
Hala öyle savruk bir gök
hala öyle yerini yurdunu bulamamış bir mavi
ve aşkını şaşırmış bir tanrı.
Çoğalan sızısıyla mutlu bir yara.

Öyle misin mavi gözlü sarı saçlı yoldaşım
öyle bıraktığım gibi misin
gerçeği yakmada hala usta mısın
yoksa çırak mı yanarken yalanda
saçlarıma dolanan aydınlığımsın
somutlaştıramadığım tek imgemsin şiirede
anlattıkça eksilen tek anlam
anlattıkça eksilen tek anlam.
Hala bıraktığım gibi misin.
Yoksa beni bıraktığın gibi mi
kaç mevsimsiz kar düştü toprağıma.
Kaç mevsimsiz kar düştü benim toprağıma.
Hala bıraktığım gibi misin.

YILMAZ ODABAŞI - AŞK BİZE KÜSTÜ

I
biz bu kentlere sığdık da
bu kentler bize sığmadı âsiya
ve bir çığlık gibi günlerin çarmıhında
arttıkça yalnız, sustukça silik...

ay ışığı gölgeleri büyüttü
son kuşlar da vuruldular dağlarda
yakamozları söndü sahillerin, ışıkları evlerin
çağın vebalı gövdesinde
bir hayalet gibi gölgemizde yalnızlık

kaldık... kırık bardaklar gibi
içilmiş sulardan geride buruk bardaklar gibi...

II
düşler artık ölü çocuklar doğuruyorsa
sevgiler boğduruluyorsa kürtajlarda
ve daha eskimemiş tüfeklerle
ordusu bozguna uğramış askerler gibi kalıp
bozuk paralar gibi yuvarlanıyorsak kaldırımlarda
bir bedeli vardır elbet cennetini çaldırmanın
ömrünü piç bir bebek gibi
bırakmanın
bulvarlara
bozgunlara
ve yanlış yalan aşklara;
bir bedeli
bu kuşatmaların, ilkyazları kurşunlatmaların...

biz bu kentlere sığdık aslında
bu kentler bize sığmadı âsiya
ah son kuşlar da vuruldular dağlarda!

III
ay ışığı gölgeleri büyüttü
mutluluk oyununa geç kalan ölü kuşlarla geldim
geldim... kırık bardaklar gibi
içilmiş sulardan geride buruk bardaklar gibi

ve ömürlerimizde bin kasvetle upuzun
sefalet seferlerinin ayazı
belki de yalnız geçireceğiz artık kimbilir
batan gemiler gibi yiten aşklardan geride
kalan her kışı, güzü ve yazı

ay ışığı gölgeleri büyüttü
ayrılıklar eskidi... biz eskidik

aşk bize küstü âsiya...

IV
belki de uzun sürecek bu bozgunun saçağında
sen şarkılarını sesine yasla
ve bırak beni de usulca
bir apansız yalnızlığa!

ay ışığı gölgeleri büyüttü
büyüdü ölüm
ve biz küçüldük âsiya..

HÖLDERLİN - EKMEK VE ŞARAP

Ama dost, geç geldik biz. Doğru, yaşıyor tanrılar
Ama başlar üstünde, yukarda, bir başka dünyada.
Sonsuzca etkindirler orda ve pek umursamazlar
Yaşayıp yaşamadığımızı, o kadarcık esirger bizi göklüler.
Çünkü zayıf bir tekne her zaman almaz onları,
Ancak zaman zaman dayanır tanrısal bolluğa insan.
Onların düşlenmesidir yaşam. Ama yoldan sapmak
İşe yarar uyku gibi, ve yoksunlukla gece zorlu kılar
Demir beşikte yeterli yiğitler büyüyünceye dek,
Yürekler göklülerce güçleninceye dek eskisi gibi,
Gümbürtülerle gelir onlar öyleyse. Bu sırada sık sık
Öyle gelir ki bana, uyumak yeğdir böyle yoldaşsız olmaktan,
Böyle beklemekten; ve ne yapmak ne söylemek gerek bu arada.
Bilmem; hem, neye yarar ozanlar yoksunluk zamanında?
Ama onlar, diyorsun şarap tanrısının kutsal
rahipleri gibidir, kutsal gecede ülke ülke dolaşan.

12 Ağustos 2009 Çarşamba

NIETZSCHE - ARIADNE'NIN YAKINMASI

Kim ısıtır, kim sever beni daha?
Sıcak eller uzatın bana!
Yürek mangalları uzatın bana!
Vurulup düşürülmüş çırpına çırpına,
can çekişenler gibi, ayakları ovuşturulan,
sarsılmışım, ah! Bilinmeyen ateşlerle yana yana,
sen peşimdesin, ey Düşünce!
Adlandırılamaz! Açıklanamaz! İğrenç!
Sen, ey bulutların ardındaki avcı!
Yerle bir olmuşum senin şimşeklerinle,
sen alaycı göz, dikmişin gözünü bana karanlıklardan!
Yatıyorum öyle,
kıvrılarak, çırpınarak, işkencesiyle
bütün sonsuz ezaların,
vurdun beni
sen ey zalim avcı,
sen ey tanınmaz - T a n r ı...
Vur, daha derine vur!
Bir kez daha, haydi vur!
Kopar, parçala bu yüreği!
Niye bu işkence körelmiş oklarla?
Neye göz koydun böyle,
usanmadın mı bu insan işkencesinden,
acı vermekten haz duyan Tanrı şimşeği gözlerle?
Öldürmek değil istediğin,
yalnızca eziyet, eziyet etmek mi?
Bana - niye eziyet ediyorsun,
sen, ey acı vermekten haz duyan tanınmaz Tanrı?

Ha ha!
Usul usul sokuluyorsun
böylesi gece yarısında?...
Ne istiyorsun?
Konuş!
Üstüme geliyorsun, sıkıştırıyorsun beni,
Ha! Çok yaklaştın yanıma!
Soluğumu duyuyorsun,
yüreğimi dinliyorsun,
kıskanç seni!
- neden kıskanıyorsun beni?
Git! Defol!
O merdiven de niye?
İçeri mi girmek istiyorsun,
yüreğime tırmanmak,
en mahrem
düşüncelerime tırmanmak?
Utanmaz! Tanınmaz! Hırsız!
Ne çalmak istiyorsun?
Ne gözetlemek istiyorsun?
Ne işkencesi etmek istiyorsun?
Sen ey işkenceci!
sen - Cellat - Tanrı!
Yoksa köpek gibi,
taklalar mı ataydım karşında?
teslim mi olaydım, kendimden geçerek
sevginle - sırnaşarak?

Boşuna!
Sürdür batırmanı!
Zalim diken!
köpek değilim - avınım yalnızca senin,
zalim avcı!
en gururlu esirinim,
en ey bulutların ardındaki haydut...
Konuş artık!
Ey şimşeklerin ardına gizlenen! Tanınmaz! konuş!
Ne istiyorsun, ey Eşkiya... b e n d e n?

Nasıl?
Fidye mi?
Ne istiyorsun fidye diye?
Çok iste - böylesi yaraşır gururuma!
ve az konuş - böylesi yaraşır öteki gururuma!

Ha ha!
Beni - istiyorsun ha? beni?
herşeyimle beni?...
Ha ha!
Ve işkence ediyorsun bana, delisin ya işte,
gururumu kırıyorsun işkencenle?
S e v g i ver bana - kim ısıtır ki beni daha?
kim sever ki beni daha?
sıcak eller uzat bana,
yürek mangalları uzat bana,
bana, yalnızların en yalnızına,
buzunu ver ah! yedi kat donmuş buz,
düşmanları bile
düşmanları özlemeyi öğreten,
ver, evet, teslim et,
ey zalim düşman
bana - k e n d i n i!

Kaçıyor!
Bu kez o kaçıyor,
tek yoldaşım,
en büyük düşmanım, tanınmazım benim,
Cellat-Tanrım benim!...

Hayır!
gel geri!
bütün işkencelerinle birlikte geri gel!
Bütün gözyaşlarım
sana akıyor,
yüreğimin son alevi
seni aydınlatıyor.
Gel, geri gel,
tanınmaz Tanrım! A c ı m benim!

son mutluluğum benim!...

NIETZSCHE - ÖYLE BİR HAYAT...

Öyle bir hayat yaşıyorum ki,
Cenneti de gördüm cehennemi de
Öyle bir aşk yaşadım ki
Tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de.
Bazılar seyrederken hayatı en önden,
Kendime bir sahne buldum oynadım.
Öyle bir rol vermişler ki,
Okudum okudum anlamadım.
Kendi kendime konuştum bazen evimde,
Hem kızdım hem güldüm halime,
Sonra dedimki 'söz ver kendine'
Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin,
Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin,
Uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin.
Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin.
Öyle bir hayat yaşadım ki,
Son yolculukları erken tanıdım
Öyle çok değerliymişki zaman,
Hep acele etmem bundan, anladım...

LOIS ARAGON - ELSA'NIN GÖZLERİ

Öyle derin ki gözlerin içmeye eğildim de
Bütün güneşleri pırıl pırıl orada gördüm
orada bütün ümitsizlikleri bekleyen ölüm
Öyle derin ki her şeyi unuttum içlerinde

Uçsuz bir denizdir bulanır kuş gölgelerinde
Sonra birden güneş çıkar o bulanıklık geçer
Yaz meleklerin eteklerinden bulutlar biçer
Göklerin en mavisi buğdaylar üzerinde

Karanlık bulutları boşuna dağıtır rüzgar
Göklerden aydındır gözlerin bir yaş belirince
Camın kırılan yerindeki maviliğini de
Yağmur sonu semalarını da kıskandırırlar

Ben bu radyumu bir pekbilent taşından çıkarttım
Benim de yandı parmaklarım memnu ateşinde
Bulup yeniden kaybettiğim cennet ülke
Gözlerin Perumdur benim Golkondum, Hindistan'ım

Kainat paramparça oldu bir akşam üzeri
Her kurtulan ateş yaktı üstünde bir kayanın
Gördüm denizin üzerinde parlarken Elsa'nın
Gözleri Elsa'nın gözleri Elsa'nın gözleri.

CAN YÜCEL - EĞER

O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,
arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer.

Dayanılması o kadar da zor değildir, büyük ayrılıklar bile,
en güzel yerde başlatılsaydı eğer.

Utanılacak bir şey değildir ağlamak,
yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer

Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık,
çalınan birinin kalbiyse eğer.

Korkulacak bir yanı yoktur aşkların,
insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer.

O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses,
hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.

Daha çabuk unuturdu belki su sızdırmayan sarılmalar,
kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.

Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,
öylesine delice bakmasalardı eğer.

Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de
kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer.

Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin,
son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer.

Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman,
meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır yaralamasaydı eğer.

Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman,
beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer.

Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,
tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer.

O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi,
yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.

O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar,
son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.

Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri,
her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer.

Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de,
dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer.

Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel,
namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer.

Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından,
dokunulası ipek ten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer.

Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de,
sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.

Yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine,
kulağına okunacak biri olsaydı eğer.

İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de,
kartvizitinde 'onca ayrılığın birinci dereceden failidir' denmeseydi eğer.

Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,
ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.

Issızlığa teslim olmazdı sahiller,
Kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.

Sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
Yalnız kalmaktan korkmuyorum da,
ya canım ellerini tutmak isterse...

Evet Sevgili,
Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu,
kim uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer!!

CAN YÜCEL - HAYATI TERSTEN YAŞAMAK

Cami'de uyanıyorsunuz. Bir tahta sandık içersinde, herkes
karsınızda saf durmuş, iyiliğinize dua ediyor ve tüm haklar
helal edilmiş vaziyette.

Tabuttan doğruluyorsunuz,yaslı,olgun ve ağırbaşlı olarak.
Herkes etrafınızda,büyük bir itibar,iltifatlar,çocuklar
torunlar hepsi hazır.
Arabanıza kurulup evinize gidiyorsunuz.
Doğar doğmaz devlet size maaş bağlıyor, aylık veya üç ayda bir
maaşınızı alıyorsunuz. Ne güzel, hazır maaş, hazır ev...
Altmışlı yaslara kadar her şey garanti, huzur içinde
yaşıyorsunuz.

Sağlığınız gittikçe düzeliyor
Kaslar güçleniyor, kuvvetleniyorsunuz.

Bir gün çalışmak istiyorsunuz ve ise ilk başladığınız gün size
hoşgeldin hediyesi olarak bir plaket ve altın kol saati veriyor
patronunuz..

Ve Genel Müdürlük veya bunun gibi yüksek bir makamdan tecrübeli
bir insan olarak ise başlıyorsunuz.
Herkes karsınızda elpençe divan...

Vücudunuzda da bazı hoşa giden hareketler de başlıyor
gittikçe zayıflıyor forma giriyorsunuz
Diğer hormonal Aktiviteler artıyor, fevkalade.....

Aman ne güzel günler başlıyor...

Derken birgün patron size artik üniversiteye gitsen daha iyi
olur diyor. Bu arada Babanız ortaya çıkmış,"fazla çalıştın"
diyor "artik eve don,isi bırak,okumaya basla,harçlığın benden
olsun..."

Keyfe bakar mısınız ?
Okuduğunuz dersler gittikçe kolaylaşıyor
Ekmek elden su golden bir donem başlıyor.
Partiler, Diskotekler, Kızların sayısı artıyor.

Derken Anne ve Babanız sizi oturup getirmeye başlıyor, araba
kullanma derdi de yok artik...

Günün birinde sizi okuldan da alıyorlar, "evde otur, keyfine
bak,oyuncaklarınla oyna" diyorlar...

Mamanız ağzınıza veriliyor, zaman zaman altınızı bile
temizliyorlar, hatta bu durum alışkanlık yaratıyor ve hiç
tuvalet kullanmamaya başlıyorsunuz.

Derken Anneniz bir gün size süt verme kararını alıyor
ve başka bir keyifli dönem başlıyor.
Mama artik her yerde, her an ve en taze seklinde hazır.

Bir gün karanlık ilik ve sıcak bir ortama giriyorsunuz.
Beslenmek için ağzınızı ağmaya dahi gerek yok, bir kordondan
besleniyor sıcacık yumuşacık ! Gürültüsüz ve patırtısız bir
ortamda yaşıyorsunuz.
Küçülüyor, küçülüyor, ufacık bir hücre halini alıyorsunuz.
Veee günün birinde müthiş keyifli bir gece ile hayatiniz
bitiyor....

10 Ağustos 2009 Pazartesi

NAZIM - YAŞAMAYA DAİR

1.
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.

Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.
2.
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.

Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.

Diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.

Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...
3.
Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani bu koskocaman dünyamız.

Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.

Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
'Yaşadım' diyebilmen için...

NAZIM - TAHİR İLE ZÜHRE MESELESİ

Tahir olmak da ayıp değil
Zühre olmak da..
Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Bütün iş Tahir'le Zühre olabilmekte
Yani yürekte.

Mesela bir barikatta dövüşerek
mesela kuzey kutbunu keşfe giderken
mesela denerken damarlarmda bir serumu
ölmek ayıp olur mu?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanm da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahir'i Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

SAİT FAİK - O VE BEN

Sana koşuyorum bir vapurun içinden
Ölmemek, delirmemek için.
Yaşamak; bütün adetlerden uzak
Yaşamak.
Hayır değil, değil sıcak
Dudaklarının hatırası
Değil saçlarının kokusu
Hiçbiri değil.
Dünyada büyük fırtınanın koptuğu böyle günlerde
Ben onsuz edemem.
Eli elimin içinde olmalı.
Gözlerine bakmalıyım
Sesini işitmeliyim
Beraber yemek yemeliyiz
Ara sıra gülmeliyiz.
Yapamam, onsuz edemem
Bana su, bana ekmek, bana zehir
Bana tad, bana uyku
Gibi gelen çirkin kızım
Sensiz edemem.

20 Temmuz 2009 Pazartesi

TURGUT UYAR - UZAK KADERLER İÇİN

Birgün, bir yağmurla garip garip
-Çoluğu çocuğu terk edeceğim.-
Bir sevgiyle doymayacak kalbim,anladım
Alıp başımı gideceğim.

Asır yirminci asırdır,amenna
Bir yanımda sevgilerim, bir yanımda sancım
Neon lambaları büsbütün karartır gecemizi
Uzaklar daha uzaklaşır
Bir define çıkarır gibi kayalardan, Ademden beri
Sımsıcak sevgilere muhtacım.

Bir gün alıp başımı gideceğim
-Yıldızlar ışısın, yollar üşüsün, yollar...-
Belimi bir ılık şal sarsın, mavi
Hüzünlü bir serencamın ardından, şarkısız
Rüyalarım unutulmuş bir handa pes desin
Görmüş geçirmiş bir çift duygulu dudak karşısında.

Kendi kendine çekilmez oluyor ömrüm
Her insanın ayrı ayrı yaşayabilsem kaderinde
Diyarı gurbette kanlı bir aşk
Bahtsız bir çocukluk uzak köylerin birinde
En uzak beyazlar,
En yakın ikindilerde, duygulu
Ve bir sahil meyhanesinde bir akşam
İçip içip ağlasam...

Nasıl kısa kesmeli bilmiyorum?
Herkesin derdinden pay isterken.
Uzak kaderlerin suları çağlar şimdi

Yıldızlar dökülür sonsuza içimizden.

Birgün, bir parkta otururken, biliyorum
Bir el yağmurla dokunacak omuzuma
Bir çift göz,bir davet, bir kalp
Çoluğu çocuğu terk edeceğim.
Yapraklar dökülecek, çiçekler solacak

Bir sonbahar, bir sabah ve bir yağmur olacak
Toprak ve insan kokularıyla,
Uğultulu bir sarhoşluk içinde, yıllar için
Başımı alıp gideceğim.

25 Haziran 2009 Perşembe

CAN YÜCEL - ÖZLEDİM SENİ

özledim seni...
ayrılık yüreğimi uyuşturuyor karıncalandırıyor nicedir.
beynimi uyuşturuyor özlemin...
çok sık birlikte olmasak bile
benimle olduğunu bilmenin
bunca zamandır içimi ısıttığınıy
eni yeni anlıyorum
Yokluğun,
Hatırladıkça yüreğime saplanan bir sizi olmaktan çıkıp
mütemadiyen bir boşluğa
Sabahları seni okşayarak başlamaları
aksamları her isi bir kenara koyup
seninle baş başa konuşmaları özlüyorum;
oynaşmalarımızı,yürüyüşlerimizi,
sevimli haşarılığını,
çocuksu küskünlüğünü...
Nasılda serttin başkalarına karşı
beni savunurken;
ve ne kadar yumuşakbir çift kısık gözle kendini
ellerimin okşayışına bırakırken
Gitmeni asla istemediğim halde
buna mecbur olduğunu görmek
ve sana bunları söylemeden''git artık'' demek''
beni ne kadar çabuk unutursan, o kadar çabuk
kavuşacaksın mutluluğa''
demek sana nede zor
seni görmemek ve belki yıllar sonra
karsılaştığımızda
bana bir yabancı gibi bakmanı istemek senden...
yeni bir sevdayı yasakladığım kalbime söz geçirmek....

21 Haziran 2009 Pazar

PAUL ELUARD - KİMSELER BİLMEZ

Kimseler bilemez beni
Senin bildiğin kadar

İçinde yan yana uyuduğumuz
Gözlerin
Benim insan parıltılarıma
Dünyanın gecelerinden daha iyi bir gelecek hazırladı

İçinde uçtuğum gözlerin
Yolların gidişine
Dünyanın dışında bir anlam verdi

Bize belirtilenler
Gözlerindeki sonsuz yalnızlığımızı
Artık kendilerini sandıkları gibi değiller

Kimseler bilemez seni
Benim seni bildiğim kadar

ATİLLA İLHAN - KİMİ SEVSEM SENSİN













her şeyi terk ettim / ne aşk ne şehvet
sarışın başladığım esmer bitiyor
anlaşılmaz yüzü koyu gölgeli
dudakları keskin kırmızı jilet
bir belaya çattık / nasıl bitirmeli
gitar kımıldadı mı zaman deliniyor
kimi sevsem sensin / hayret
kapıların kapalı girilemiyor
* * *

kimi sevsem sensin / senden ibaret
hepsini senin adınla çağırıyorum
arkamdan şımarık gülüşüyorlar
getirdikleri yağmur / sende unuttuğum
hani o sımsıcak iri çekirdekli
senin gibi vahşi öpüşüyorlar
kimi sevsem sensin / hayret
in misin cin misin anlamıyorum

AHMET TELLİ - GİDERSEN YIKILIR BU KENT












Gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da gider
Bir nehir gibi susarım yüzünün deltasında
Yanlış adresteydik, kimsesizdik belki
Sarışın bir şaşkınlık olurdu bütün ışıklar
Biz mi yalnızdık, durmadan yağmur yağardı
Üşür müydük nar çiçekleri ürperirken

Gidersen kim sular fesleğenleri
Kuşlar nereye sığınır akşam olunca

Sessizliği dinliyorum şimdi ve soluğunu
Sustuğun yerde bir şeyler kırılıyor
Bekleyiş diyorum caddelere, dalıp gidiyorsun
Adını yazıyorum bütün otobüs duraklarına
Öpüştüğümüz her yer adınla anılıyor
Birde seni ekliyorum susuşlarıma

Selamsız saygısız yürüyelim sokakları
Belki bizimle ışıklanır bütün varoşlar
Geriye mapushaneler kalır, paslı soğuklar
Adını bilmediğimiz dostlar kalır yalnız
Yüreğimize alırız onları, ısıtırız
Gardiyan olamayız kendi ömrümüze her akşam

Gidersen kar yağar avuçlarıma
Bir ceylan sessizliği olur burada aşklar

Fiyakalı ışıklar yanıyor reklam panolarında
Durmadan çoğalıyor faili meçhul cinayetler
Ve ölü kuşlar satılıyor bütün çiçekçilerde
Menekşeler nergisler yerine kuş ölüleri
Bir su sesi bir fesleğen kokusu şimdi uzak
Yangınları anımsatıyor genç ölülere artık

Bulvar kahvelerinde arabesk bir duman
Sis ve intihar çöküyor bütün birahanelere
Bu kentin künyesi bellidir artık ve susuşun
İsyan olur milyon kere, hiç bilmez miyim
Sokul yanıma sen, ellerin sımsıcak kalsın
Devriyeler basıyor karartılmış evleri yine

Gidersen yıkılır bu kent kuşlar da ölür
Bir tufan olurum sustuğun her yerde

20 Haziran 2009 Cumartesi

Yılmaz Odabaşı - Feride




















...

bırak, serseri yağmurlar, darbeci generaller, vizite
kağıtları ve gündelik telaşlar bir an bir yerlerde kalsınlar!
gecenin yüzüne karşı konuşan cinayetlerde ölümdü,
kederdi, hasretti gördüm!
tüyleri dökülen bir kuşun yüreği kadar sıcak
ve bir kez ağzımızdan çıkmış bir küfürdü hayat!
şimdi göç yollarında mısın?
yurdunu mu yitirdin?
örselenmenin yurdu
yok! aşkın yurdu
yok! özlemenin
yok!

...

sana bir bıçak vereyim rüyalarımı dağıt
bir rüzgar vereyim külümü
bir sevda vereyim kuraklığımı dağıt

biz o yıllar rezil gecelerde üşüdük
hey gidi kirli günler ne çok üşüdük
sıcaklığımı al şimdi bu üşümeleri dağıt

bak, bu kentler yeter bize
sevişmek için de, çıldırmak için de!

kalabalık ol gel yalnızlığımı
gövdemi vereyim gel dağıt açlığımı

...

d(erken) yıllar geçer
o herhangi bir gün de akşam olur
akşam olur sen bana bir bardak çay getirirsin
ensenden öperim, o saat bardakta şeker gibi erirsin
sen bir yaz güneşisin bakınca gözlerin bir sevinir bir sevinirsin

yüreğimden ansızın okul çocuklarının trampetleri geçer
tramvaylar, havai fişekler geçer
benim yüreğimde ise hep uzak ki yollar
içinden uzun yol otobüsleri, sessiz ırmaklar geçer
benim ırmaklarım
ırmaklarım benim senin gözlerinden geçer

(biz on ikiden vurulmuş eylüllerde üşüdük
hey gidi kirli günler ne çok üşüdük!)

...

oysa ki iki tufandık seninle
lavlardan ayrı düşmüş iki kanardağ
savrulduk usulca günlerin dargın göğsüne

hani yüzün kar çiçekleri gibi açardı
yüzün sığmazdı öpüşlerime ve hep bir kuytu ararken özlem tüten yüzünde
hiçbir aşkı mevsimsiz yaşamadım
da kaç mevsim aşksız feride...


oysa ki tufandık seninle
yatağını arayan iki ırmak belki de
çoktandır dalgınlığımı düşünüyorum göğsüne
yorgunluğumu, solgunluğumu bu dar evlere

15 Mayıs 2009 Cuma

AHMET ARİF - AKŞAM ERKEN İNER MAPUSHANEYE



Akşam erken iner mahpusaneye.
Ejderha olsan kar etmez.
Ne kavgada ustalığın,
Ne de çatal yürek civan oluşun.
Kar etmez, inceden içine dolan,
Alıp götüren hasrete.

Akşam erken iner mahpusaneye.
İner, yedi kol demiri,
Yedi kapıya.
Birden, ağlamaklı olur bahçe.
Karşıda, duvar dibinde,
Üç dal gece sefası,
Üç kök hercai menekşe...

Aynı korkunç sevdadadır
Gökte bulut, dalda kaysı.
Başlar koymağa hapislik.
Karanlık can sıkıntısı...
"Kürdün Gelini"ni söyler maltada biri,
Bense volta'dayım ranza dibinde
Ve hep olmayacak şeyler kurarım,
Gülünç, acemi, çocuksu...

Vurulsam kaybolsam derim,
Çırılçıplak, bir kavgada,
Erkekçe olsun isterim,
Dostluk da, düşmanlık da.
Hiçbiri olmaz halbuki,
Geçer süngüler namluya.
Başlar gece devriyesi jandarmaların...

Hırsla çakarım kibriti,
İlk nefeste yarılanır cıgaram,
Bir duman, kendimi öldüresiye.
Biliyorum, "sen de mi?" diyeceksin,
Ama akşam erken iniyor mahpusaneye.
Ve dışarda delikanlı bir bahar,
Seviyorum seni,
Çıldırasıya

YILMAZ GÜNEY - ARKADAŞ




Bir kıvılcım düşer önce,

Büyür yavaş yavaş,

Bir bakarsın volkan olmuş, yanmışsın arkadaş...

Dolduramaz boşluğunu ne ana, ne kardaş,

Bu en güzel, bu en sıcak duygudur arkadaş...

Ortak olmak her sevince, her derde kedere,

Ve yürümek ömürboyu,

Beraberce el ele...

Olmasın hiç,

O ta içten gülen gözlerde yaş,

bir gün yollarımız ayrılsa bile arkadaş

İSİMLER ÜZERİNE

Doğduğumuz andan itibaren kulağımıza üfleniyor adımız. Belli bir ad ile anılmak, zamanla ismiyle müsemma olmayı da getiriyor; tabii metaforların dilinde karşılığı olan bir hakikat bu.

Somut yaşamda ise insan öldükten sonra da ismiyle anılmaya, kalplerde kalmaya devam ediyor. Dualar yollanıyor mesela onun ruhuna. Ya da özlem, hasret gibi duygularla yâd ediliyor adı.

İsimler hatırlandıkça, bugüne geliyor, şimdiki zamanın algısıyla yeniden dönüşüyor, belleğin bahçelerindeki geniş zamanlı ‘gezintisi’ne devam ediyor çeşitli formlar alarak. Tabii onları çağıran, geri yollayan, dönüştürüp bugüne uyarlayan mekanizma, kendine aldığı isimdeki hikmet gereğince gerçekleştiriyor bunu.

Kimi zaman aşkla andığımız bir isim, bir vakit sonra ‘gözden düşmüş’ hale gelebiliyor ve çağrılırkenki tınısını kaybediyor. Kimi zaman uzaktaki birinin kulağı çınlıyor. Belki hiç geri dönmeyecek bir sevgilinin.

Belki de diyorum, varlığı kırık dökük bir mezar taşına sığmış çok eski ölülerin bile isimleri canlıdır. Vaktiyle telaffuz edildiği ve bir canın içindeki ruha ad olduğu için. Bir yok oluşu değil, bir devam edişi hatırlatıyorlar çünkü bize.

13 Mayıs 2009 Çarşamba

ORHAN VELİ - BENİ BU GÜZEL HAVALAR MAHVETTİ

Beni bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havada istifa ettim
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Böyle havada aşık oldum;
Eve ekmekle tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum;
Şiir yazma hastalığım
Hep böyle havalarda nüksetti;
Beni bu güzel havalar mahvetti.

7 Mayıs 2009 Perşembe

VICTOR HUGO - ŞAİRİN GÖREVİ

I.
Niçin sürgünsün şair yaşadığın toplumda?
Işıksız bir karmaşadır siyasal partiler,
Bir yararı olur mu şu tasasız ruhuna?
Çiçeğe durmuş şiirin sararıp soluyor;
O boğucu, kirli havalarında onların,
Güzelim buhurların, günnük kokuların;
Şaşırıyor yolunu soluklarını duyunca.
Köle ruhlu kavgalarında senin yüreğin,
Çimeni gibidir yaşadığımız kentlerin
Gelip geçenlerin ayaklarının altında.

Halkın ve kral, dumanlı, sisli başkentlerde
Nasıl çarpışıyor iki ölümcül güç gibi,
Duymuyor musun seslerini dehşet içinde,
Sen ey toprağına tohum serpiştiren çiftçi!
Sen ey şair, sen ey usta, kapat kulağını!
Bu şamatanın sana hiçbir yararı var mı?
Gürültünün patırtının içinden gelen
Bu insanların arasında asla yer alma!
Dizelerde tanrıya şarkılar söyleyen sen
Uzak dur, uzak dur, onlara sakın karışma!
Arınmış ruh, şarkını göklerde meleklerin
Verdiği huzurlu, barışçı konserde söyle!

Sen ey kutsal çiçek, sen de gidip çöllerin
Engin gökleri altında serpilip büyü!
Sen ey düşsever insan, sığınakları ara!
Gizli mağaraları, barınakları ara!
Unutuşa kanat aç bulmak için sevdayı,
Sessizliğe koş eğer işitmek istiyorsan
Gökten gelen o sevecen ve o ciddi sesi,
Loş yerlere koş gönü görmek istiyorsan.

Haydi ormanlara git, haydi sahillere git!
Kendi tatlı şarkını oralarda bestele!
Yaprakların ve gök gibi mavi dalgaların
Şarkılarıyla, ilahileriyle birlikte.
Tanrı seni bekliyor kutsal bir yalnızlıkta;
Tanrı ne çokluklarda, ne kalabalıklarda;
İnsan küçüktür, nankördür ve beyhudedir.
Her şey kırlarda titreşir, kırlarda ah çeker.
Doğa büyük bir çalgıdır, büyük bir lirdir,
Şair ise o büyük lirin kutsal yayıdır.


Fırtınalarımızdan çekil ey bilge kişi!
Bu imparatorluk ki tehlikeli sularda,
Yol alıyor, ne dümeni var ne pusulası
Sen sakın aldanma, sen sakın kanma ona!
Bu gemi senin için bir aralık ayında,
Bir balıkçının kurutmak için ağlarını
Gerdiği odasının en ücra köşesinden,
Uğursuz bir gürültüyle gece karanlıkta,
Ürperen ve yana yatmış direkleriyle,
Geçişini duyduğu bir gemi gibi olmalı.



II.
Çok yazık! diyor şair, yazık, hem de çok yazık!
Ben suların ve ağaçların sevdalısıyım;
Onların mırıltıları, fısıltılarıyla
Yoğruldu, olgunluğa erişti yetkin aklım.
Kin, nefret yoktur evrenin yaratılışında.
Engeller yoktur onda, zincirler yoktur onda.
İyilik doludur çayırlar, dağlar, tepeler;
Gülleri, çiçekleri anlatır bana güneşler;
Doğada, uçsuz bucaksız bir huzur içinde
Ruhum dört bir yana ışıklarını saçar.

Seviyorum seni, seviyorum kutsal doğa!
Senin içinde eriyerek sen olmak da var;
Oysa serüvenlerin yaşandığı bu çağda
Herkes kendini başkasına tutsak kılıyor.
Her düşünce bir güçtür, her düşünce kuvvettir.
Tanrı özsuyunu kabuklar için yaratır,
Yeşermiş, çiçek açmış dalları kuşlar için,
Ovadaki bitkiler, otlar için dereleri,
Dolu kadehleri dudaklarımız için,
Akıllar için düşünürü, bilge kişiyi.

Tanrı böyle istiyor çelişkili zamanlarda,
Herkes çalışır ve herkes bir hizmet sunar.
Kardeşlerine dönüp de "Ben artık çöle
Gidiyorum" diyenlere yazıklar olsun!
Kinler, nefretler, rezillikler şu şaşkın,
Huzursuz halkın yakasına yapışmışken
Ne ayıp ayakkabısını giyip gidene!
Hiçbir işe yaramayan bir şarkıcı gibi
Kentin kapılarından apar topar tüyen,
Kırık dökük düşünüre yazıklar olsun!
Daha güzel günleri hazırlamak için şair
Karanlık günlerde, kötü günlerde gelir.
Ütopyaların, düşsel ülkelerin adamıdır;
Ayakları burada, gözleri başka yerdedir.
İster yersinler onu, ister övsünler, ne gam!
O peygamberler gibidir, her an, her zaman
Ve her yerde, içine her şeyi sığdırdığı,
Elinde salladığı bir meşale gibi
Geleceğimizi, güzel günleri aydınlatır.

Halklar sıkıntıya düştüğünde onları görür,
Hep aşklarla dolup taşar tüm düşleri.
O düşler ki nesnelerin ona fırlattığı
Gölgelerin, karanlıkların ürünüdür.
Alay etsinler onunla, varsın etsinler,
O düşünmeyi sürdürür ve kitlelerin
İşitmediği şeyi sessizliğe kaydeder.
Kimileri küçümser, görmezden gelir onu
Bu boş insanların sözlerine güler geçer,
Kahkahayla güler ve sessiz sessiz düşünür.

Uğultularını ve hıçkırıklarını
Dalga dalga kumsallara yayan kalabalık,
Bir okyanus gibi düşlerimizin üstüne
Kuşkuyu ve alayı yayan kalabalık,
Seni kıvançlandıran soylu, yüce düşünce
Devam ediyor gök bak hâlâ kekelemeye,
Ama yaşamın damgasını da taşıyor,
Çünkü insan soyu var Havva'nın karnında
Kartal yumurtasında kartal, meşe palamudunda
Meşe var! Bir beşiktir Ütopyalar da!

Zamanı geldiğinde kamaşmış gözlerinizle,
Bu beşikten, serpilip açmış yürekler için,
Daha iyi bir toplumun çıktığını göreceksiniz.
Hakkın doğurduğu görevin, kutsal düzenin,
Galip gelen inancın ve iyi geleneklerin,
Çıktığını göreceksiniz. Bu devingen ve
Hep kıvançlı ya da hep üzgün kalabalık,
Yasanın ancak düşler kurarak devşirdiği
Bir şeylerin tohumunu bir gün atacaktır.
Bir gün ayaklarının üstünde duracaktır.

Fakat bu güçlü tohumları taşımak için,
İçinde kutsal ışınların arındırdığı,
Esin dolu, sapasağlam yürekler gerek.
Katıksız yürekler, tertemiz yürekler gerek.
Alabora olur tayfası olmayan gemi
Kadırganın yol alması için nasıl ki
Kürekçiler her iki yandan kürek çekerse,
Herkesi ve herşeyi anlayan Tanrının da
Ancak büyük ruhlara düşüncelerinin
İki yanında kürek çektirmesi gerek.

Uzak dursun sizlerden kutsal kuramlar,
Uzak dursun gelecek zamanın yasaları,
Geçmişte sizin yıldızınız altından giden,
Sonra sanrının arkasına gizlendiği,
Örtüyü kaldırıp atıp da ruhunu pintilik,
Ve tutkunun en alçakça emellerine
Hiçbir şey olmamış gibi hemen teslim eden,
Geçmişi, anıları, umutları olmayan,
Bu solgun dudaklı konuşmacı, bu hatip
Uzak dursun sizlerden, uzak dursun sizlerden!

Uzak durur adı insan sarrafına çıkan,
Keselerini altınla doldurmak isteyen,
Efendisini yeni hizmetçiler taşıyan,
O eski rahip gülücüğünü götüren,
Dinselliğini pazara çıkarıp satan,
Yırtık gülücükleriyle tüm kötülüklerin,
Göbek attığı bu zevk, bu eğlence cümbüşünde,
Başkaları düşünürken o kafayı çeken,
Gerçek hazineleri çar çur edip kaybeden
Cüce ruhlu mağrur devden uzak durun!

Dört yol ağızlarında sağa sola sataşan
Boş öfkelerden, hiddetlerden uzak durun!
Günün birinde kaplan kesilecek olan
Halkın sevdiği bu kedilerden uzak durun!
Halk dalkavuklarından, saray yağcılarından,
Partisinin orta yolcu olduğunu söyleyen
Çıkarcı, bencil politikacıdan uzak durun!
Uzak durun bütün sönmüş köseğilerden,
Göğüslerinde bir ruh taşımayanlardan,
Ve ruhlarında Tanrıyı taşımayanlardan!

Yalnızca bu adamların eline kaldıysak,
Ulu Tanrım, içinde yaşadığımız bu çağda,
Şair nasıl olur da bağırmaz acı içinde
Nasıl olur da bağırmaz "yazık! yazık!" diye
Bir gün utançtan yüzünü de gösteremez,
Evinin eşiğinde, öyle bekler ayakta,
İnmek üzere olan akşamın karşısında,
Silinen, yitip giden güne göz yaşı döker,
Ufkun dört köşesine, ufkun dört bir yanına
Korkunç bir hayalet gibi küllerini saçar.

Bulutlarda gezen çakırdoğanları gibi
Gülüşleri duyulur utkulu şairlerin,
Yergici şairlerin, alaycı şairlerin,
Aristofanes'lerin, ve kara şairlerin.
Sayısız utancımızı yüzümüze vurmak için,
Petrone karanlıkta uykusundan uyanıp,
O ünlü Romalı üslubuna sarılırdı.
Aşağılık, alçak çağımızın yöresinde
Archiloque'un topal vezni, aksayan vezni
Bir kırbaç gibi hoplayıp zıplardı elinde.

Ama Tanrı geri çekilmez hiçbir zaman,
Bu güneş ki her şeye bir soluk kazandırır,
Hiçbir zaman tümüyle yitip gitmedi gözden,
Tümüyle batmadı gizlendiği tepelerden.
O hep üzgün ve tasalı koyaklar için,
Körleştirilmiş karanlık şu ruhlar için,
Gururun yoldan çıkardığı yürekler için,
Uçurumların üzerindeki bir doruğa
Işınlarını bırakır, ışınlarını ve
Bazı gerçekleri bırakır alınlar üstüne.
Durmayın haydi yüce ruhlar ve düşünceler,
Durmayın kemirilmiş sıkıntılı beyinler,
Durmayın hasta yürekler, yaralı gönüller,
Sizler dua edenler, güzel şeyler düşünenler!

Haydi biraz cesaret, ey gelecek kuşaklar!
Fırtınanın, boranın ormanda ağaçlarda,
Kopardığı gürültüyle, istemeyerek de olsa
Gelen sizler! haydi biraz daha cesaret!

Dur durak bilmeksizin amaçsız dolaşanlar,
Sizler! yolun zifiri karanlıklarında,
Ellerini uzatarak düşünüzün şekillerini
Gördüğüne inanan gezgin kuşkucular!
Sizler, kafaları acı çeken düşünürler!
Sizler, ilahi bir dehşetle dolu olanlar!
Koyak'ın böğürtlerine sarkmış olarak
Uçurumların kıyılarına tutunanlar!

Sizler, bu kederli ve utkulu dalgaların
Denizinde kazaya uğrayan ey insanlar!
Sizler, denizden tir tir titreyerek çıkanlar!
Sizler! Yalnızca yüreklerini kurtaranlar!

Bütün sabahlarda, çiçeklerin arasında
Sizler, güneşin doğduğunu gören bilgeler!
Ve bu kutsal ışıkların içine gömülmüş
Tan kızıllığında yeniden gelirsiniz siz.

Sizler, ey savaşçılar! Gün doğmadan elini,
Kolunu yıkamak için hazır bekleyenler!
Sizler, odalarda düşler, hayaller kuranlar!
Gözleri karanlığın içinde yitip gidenler!
Sizler, ey sabrın ve direncin insanları!
Sizler, ey hep mutlulukları dileyenler!
Sizler, hâlâ İsa efendimizin eteğini
Ve hâlâ umudu avuçlarında tutanlar!

Sizler ellerinde lamba, bir şey arayanlar!
Sizler tek silahı övendire olan çobanlar!
Dayanın ey dağlarda, beldelerde olanlar!
Dayanın, dayanın, ey vadilerde olanlar!

Yeter ki her biriniz dar bir keçi yolunu
Bir sabahın izini, bir karığı izlesin;
Yeter ki hepinizin kara bir dalga olan
Kıyısı Tanrı ve kuzey yeli bulut olsun;

Yeter ki siz inancınızı eksik etmeyin,
Yeter ki siz kıvançlıyken ya da kederliyken
Bir çocuğa, bir yıldıza ya da bir çiçeğe
Zaman zaman sevgi dolu gözlerle bakın;

Yeter ki köle ya da özgür yurttaş demeden
Her şeyde ve herkeste sevecek bir yan bulun,
Yeter ki siz, teninizin her bir dokusunda
Evrensel insanlığın titreştiğini duyumsayın.

Dayanın, karanlığın ve köpüğün içinde
Hedef çok yakında ortaya çıkacak,
Sisin, dumanın içindeki insanlık soyu
Bir sözcük değildir, bir bilmecedir ancak.

Öne eğilmiş alınlarınızın üstünden
Yeterince geceler ve fırtınalar geçti.
Kaldırın gözlerinizi, kaldırın başınızı!
Işık orada, yukarıda, yürüyün haydi!
Ey halklar, kulak verin, kulak verin bu şaire!
Ey halklar, kulak verin bu kutsal düşsevere!
Gece alnı ışıklı olan yalnızca odur,
O muştulayacaktır size karanlıkları,
Delecek olan gelecek zamanları
Açılmamış tohumu yalnız o bilebilir
Bir kadın gibi tatlıdır erkek ve Tanrı,
Ormanla ve dalgalarla nasıl konuşursa,
Onun ruhuna da öyle usulca seslenir,
Yumuşak, sevecen ve usul bir sesle.

Çünkü O'dur bütün dikenlere karşın,
Arzulara ve kederli olaylarla karşın,
Yıkımlarınız içinde eğilip geleneği
Toplayarak yürümeye devam eden odur.
Gökyüzünün kutsayabildiği her şey,
Ve yeryüzünün kapladığı her şey,
Bereketli, verimli bir gelenekten doğar.
Kökü geçmişe dayanan bütün düşünceler,
İster insansal olsunlar ister tanrısal,
Gelecekte de yaşar ve çiçekler açar.

Işık saçıyor şair sonsuz gerçek üstüne
Işık saçıyor şair, saçıyor alevlerini,
Olağanüstü bir aydınlıkla ruhumuz
İçin ışıl ışıl parlatıyor gerçekleri.
Boğuyor ışığıyla, ışığıyla dolduruyor,
Kenti, çölü, Louvre'u ve kulübeyi,
Bütün ovaları, bütün dağları ve tepeleri,
Kaldırıyor perdeyi gizlerin üzerinden
Çünkü şiir kralları ve şiir çobanları,
Yıldızdır, Tanrının yolunu gösteren.

MURATHAN MUNGAN - YANLIZ BİR OPERA(Zana'ya Teşekkürler)

Ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
Yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
Oysa bilmediğin birşey vardı sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim

İmrendiğin, öfkelendiğin
Kızdığın, ya da kıskandığın diyelim
Yani yaşamışlık sandığın
Geçmişim
Dile dökülmeyenin tenhalığında
Kaçırılan bakışlarda
Gündeliğin başıboş ayrıntılarında
Zaman zaman geri tepip duruyordu.
Ve elbet üzerinde durulmuyordu.
Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun,
Biraz daha fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.
Başlangıçta doğruydu belki.
Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki gibi başlayıp,
Günden güne hayatıma yayılan, varlığımı ele geçiren,
Büyüyüp kök salan bir aşka bedellendin.
Ve hala bilmiyordun sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
Bütün kazananlar gibi
Terk ettin.

Yaz başıydı gittiğinde, ardından,
Senin için üç lirik parca yazmaya karar vermistim.
Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim.
Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.
Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
Yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
Kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
Çerçevesine sığmayan
Munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
Lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu.

Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti Mayıs.
Seni bir şiire düşündükçe
Kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi
Ucucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma.
Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük
Usulca düşüyordu bir kağıt aklığına,
Belkide ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha.
Aşk mıydı, değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi?
'Eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen' notunu buldum kapımda.
Altına saat: 16.00 diye yazmıştın, ve 16.04'tü onu bulduğumda.
Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
Takvim tutmazlığını
Aramızda bir düşman gibi duran zamanı
Daha o gün anlamalıydım
Benim sana erken
Senin bana geç kaldığını.

Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri.
Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı.
Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay,
Alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik kalmıstı.
Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza.
Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi
bakışıyorduk.
Sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık.
Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.
Gittin. Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza.
Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
Bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim şu kırık dökük şiirim
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden
Ne kalacak?

Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz.
Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada
Bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilmeyen çocuklar gibi
Ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek
Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz.

Kış başlıyor sevgilim
Hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
Bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
Oysa yapacak ne çok şey vardı
Ve ne kadar az zaman
Kış başlıyor sevgilim
İyi bak kendine
Gözlerindeki usul şefkati
Teslim etme kimseye, hiçbir şeye
Upuzun bir kış başlıyor sevgilim
Ayrılığımızın kışı başlıyor
Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.

Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak,
Yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak,
Camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak....
Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
Çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
İçimizdeki ıssızlığı dolduramaz hiçbir oyun
Para etmez kendimizi avutmak için bulduğumuz numaralar
Bir aşkı yaşatan ayrıntları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
Çıplak bir yara gibi sızlar paylastığımız anlar,
Eşyalar gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
Korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
Çağrışımlarla ödeşemezsiniz.

Dışarda hayat düşmandır size
İçeride odalara sığamazken siz, kendiniz
Bir ayrılığın ilk günleridir daha
Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta
Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
Kulak verdiğiniz saat tiktakları
Kaplar tekin olmayan göğümüzü
Geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
Suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
Bakınıp dururken duvarlara
Boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çicek,
Unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani,
Unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında
Kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
Kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi
Yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutkunluk haline, bir trafik kazasına,
Başımıza gelmiş bir felakete, iskenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya
Kendimizi hazırlar gibi.

Yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
Ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
Ve kazanmış görünürken derinliğimizi
Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
Bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
O tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
Hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar
Göremeseniz de, bilirsiniz
Hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar.

Bana zamandan söz ediyorlar
Gelip size zamandan söz ederler
Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden.
Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden.
Hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi.
Dahası onalar da bilirler.
Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler, öyle düşünürler.
Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki
hançeri çıkartmak, Yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak
kolay değildir elbet.
Kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek.
Zaman alır.
Zaman alır sizden bunların yükünü
O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, açılar dibe
çöker.
Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir.
Bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.
O boşluk doldu sanırsınız
Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir.

Gün gelir bir gün
Başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
O eski ağrı
Ansızın geri teper.
Dilerim geri teper.
Yoksa gerçekten bitmissinizdir.

Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır anlamları, önemi
kavranır.
Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır.
Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.
Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
Her şeye iyi gelen zaman sizi kanatır
Ölmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Günlerin dökümünü yap
Benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
Kim bilebilir ikimizden başka?
Sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
Bir ilişkiyi, duyguların birliğini,
Bir aşkı beraberlik haline getiren kendiliğindenliği
Yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi bir düşün
Emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
Şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor
Orada olmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Bunlar da bir işe yaramadıysa
Demek yangından kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda.

Bu şiire başladığımda nerde,
Şimdi nerdeyim?
Solgun yollardan geçtim.
Bakışımlı mevsimlerden
İkindi yağmurlarını bekleyen
Yaz sonu hüzünlerinden
Gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
Geçti her cağın bitki örtüsünden
Oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
Bakarken dünyaya
Yangınlarla bayındır kentler gibiyim:
Çicek adlarını ezberlemekten geldim
Eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
Unuttuklarını hatırlamaktan
Uzun uzak yolları tarif etmekten
Haydutluktan ve melankoliden
Giderken ya da dönerken atlanan esiklerden
Duyarlığın gece mekteplerinden geldim
Bütünlemeli çocukluklarıyla geçti
Gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
Gökummaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.

Bu şiire başladığımda nerde,
Şimdi nerdeyim?
Yaram vardı, bir de sözcükler
Sonra vaat edilmiş topraklar gibi
Sayfalar ve günler
Işık istiyordu yalnızlığım
Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
İlerledikçe...Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü daha şiir bitmeden.
Karardı dizeler.
Aşk...Bitti. Soldu şiir.

Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden
Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
Ask yalnız bir operadır, biliyordum:
Operada bir gece uyudum, hiç uyanmadım.
Barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
Her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
El kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
Birlikte çıkalan yolların yazgısıdır:
Eksiliyorduk
Mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
Her otelde biraz eksilip, biraz artarak
Yani çoğalarak
Tahvil ve senetlerini intiharlarla değiştirenlerin
Birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
Ağır ve acı tanıklıklardan
Geçerek geldim. Terli ve kirliydim.
Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
Maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
Linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...
Korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları
Ve açık hayatları seviyordu.
Buraya gelirken
Uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
Atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
Ödünç almadım hiç kimseden hicbir şeyi
Çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için panayır yerleri...
panayır yerleri...
Ölü kelebekler...
Ölü kelebekler...
Sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.

Adım onların adının yanına yazılmasın diye
Acı çekecek yerlerimi yok etmeden
Acıyla baş etmeyi öğrendim.
Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?
İpek yollarında kuzey yıldızı
Aşkın kuzey yıldızı
Sanırsın durduğun yerde
Ya da yol üstündedir
Oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
Ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
Ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı.

Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta başka türlü geçilen
Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta biraz gecikilen
Gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
Gözlerim
Aşkın kuzey yıldızıdır bu
Yazları daha iyi görülen
Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
İlerlerim
Zamanla anlarsın bu bir yanılsama
Ölü şairlerin imgelerinden kalma
Sen de değilsin. O da değil
Kuzey yıldızı daha uzakta
Yeniden yollara düşerler
Düşerim
Bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
Ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında
Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
Yaşamsa yerli yerinde
Yerli yerinde her şey
Şimdi her şey doludizgin ve çoğul
Şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
Şimdi her şey yeniden
Yüreğim, o eski aşk kalesi
Yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden
Dönüp ardıma bakıyorum
Yoksun sen
Ey Sanat! Her şeyi hayata dönüştüren.

AHMET ARİF - OY HAVAR

Yangınlar,
Kahpe fakları,
Korku çığları
Ve irin selleri, aç yırtıcılar,
Suyu zehir bıçaklar ortasındasın.
Bir cana, bir başa kalmışsın vay vay!
Pusatsız, duldasız, üryan
Bir cana bir de başa
Seher vakti leylim -leylim
Cellat nişangahlar aynasındasın.
Oy sevmişim ben seni...

Üsküdardan bu yan lo kimin yurdu!
He canım...
Çiçekdağı kıtlık, kıran,
Gül açmaz, çağla dökmez.
Vurur alnım şakına
Vurur çakmaktaşı kayalarıyla
Küfrünü, Medetsiz, Munzur.
Şahmurat Suyu kan akar
Ve ben şairim.

Namus işçisiyim yani
Yürek işçisi.
Korkusuz, pazarlıksız, kül elenmemiş,
Ne salkım bir bakış
Resmin çekeyim,
Ne kınsız bir rüzgar
Mısra dökeyim.
Oy sevmişem ben seni...

Ve sen daha demincek,
Yıllar da geçse demincek,
Bıçkılanmış dal gibi ayrı düştüğüm,
Ömrümün sebebi, ustam, sevgilim,
Yaran derine gitmiş,
Fitil tutmaz, bilirim.
Ama hesap dağlarladır,
Umut, dağlarla.

Düşün, uzay çağında bir ayağımız,
Ham çarık, kıl çorapta olsa da biri
Düşün, olasılık, atom fiziği
Ve bizi biz eden amansız sevda,
Atıp bir kıyıya iki zamın
Yarının çocukları, gülleri için
Herbirinin ayvatüyü, çilleri için,
Koymuş postasını,
Görmüş restini.
He canım,
Sen getir üstünü.

Uy havar!
Muhammed, İsa aşkına,
Yattığın ranza aşkına,
Deeey, dağları un eder Ferhadın gürzü!
Benim de boş yanım hançer yalımı
Ve zulamda kan-ter içinde, asi,
He desem, koparacak dizginlerini
Yediveren gül kardeşi bir arzu
Oy sevmişem ben seni...

3 Mayıs 2009 Pazar

CAN YÜCEL - İSTEMEK TE GÜZEL

Bu günlerde herkes gitmek istiyor

Küçük bir sahil kasabasina

Bir baska ülkeye, daglara, uzaklara...

Hayatindan memnun olan yok.

Kiminle konussam ayni sey...

Herseyi, herkesi birakip gitme istegi.

Öyle "yanina almak istedigi üç sey" falan yok.

Bir kendisi

Bu yeter zaten.

Herseyi, herkesi götürdün demektir..

Keske kendini birakip gidebilse insan.

Ama olmuyor.

Hani kendimizden raziyiz diyelim, öteki de olmuyor.

Yani herseyi yüzüstü birakmak göze alinmiyor.

Böyle gidiyoruz iste.

Bir yanimiz "kalk gidelim",

öbür yanimiz "otur" diyor.

"Otur" diyen kazaniyor.

O yan kalabalik zira...

is, Güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,

Güvende olma dugusu...

En kötüsü aliskanlik

Aliskanligin verdigi rahatlik,

Monotonlugun dogurdugu bikkinligi yeniyor.

Kaliyoruz...

Kus olup uçmak isterken, agaç olup kök saliyoruz.

Evlenmeler...

Bir çocuk daha dogurmalar...

Borçlara girmeler...

isi büyütmeler...

Bir köpek bile bizi uçmaktan alikoyabiliyor.

Misal ben...

Kapidaki Rex'i birakip gidemiyorum.

Degil bu sehirden gitmek,

iki sokak öteye tasinamiyorum.

Alip götürsem gelmez ki...

Bütün sokagim köpegim oldugunun farkinda

Herkes onu o herkesi seviyor.

Hangi birimizle gitsin?



"Sirtinda yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardir;

Evet, sirtimizda yumurta küfesi var hepimizin

Kendi imalatimiz küfeler.

Ama egreti de yasanmaz ki bu dünyada.

Ölüm var zira.

Ölüme inat tutunmak lazim.

Bari ufak kaçislar yapabilsek.

Var tabi yapanlar, ama az

Sadece kaymak tabakasi

Hepmiz kaçabilsek...

Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa.

Gün içinde mesela...

Küçücük gitmeler yapabilsek.

Ne mümkün Sabah 9, aksam 18

Sonra baska mecburiyetler .

Sirf yeme, içme, barinmanin bedeli

Bu kadar agir olmamali.

Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.

Bir ömür karsiligi, bir ömür yani.

Ne saçma...

Bahar midir bizi bu hale getiren?

Galiba.

Ben her bahar asik olmam ama

Her bahar gitmek isterim.

Gittigim olmadi hiç.

Ama olsun... i

stemek de güzel

2 Mayıs 2009 Cumartesi

CAN YÜCEL - Bağlanmayacaksın...

Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.

"O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.

Demeyeceksin işte.

Yaşarsın çünkü.

Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.

Çok sevmeyeceksin mesela.

O daha az severse kırılırsın.

Ve zaten genellikle o daha az sever seni, senin o'nu sevdiğinden.

Çok sevmezsen, çok acımazsın.

Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.

Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini...

Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.

Senin değillermiş gibi davranacaksın.

Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.

Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.

Çok eşyan olmayacak mesela evinde.

Paldır küldür yürüyebileceksin.

İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,

Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.

Gökyüzünü sahipleneceksin,

Güneşi, ayı, yıldızları...

Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.

"O benim." diyeceksin.

Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir şeylerin...

Mesela gökkuşağı senin olacak.

İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.

Mesela turuncuya, yada pembeye.

Ya da cennete ait olacaksın.

Çok sahiplenmeden,

Çok ait olmadan yaşayacaksın.

Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,

Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.

İlişik yaşayacaksın.

Ucundan tutarak...

Nazım - Yine Sana Dair

Sende; ben, kutba giden bir geminin sergüzeştini,
Sende; ben, kumarbaz macerasını keşiflerin,
Sende uzaklığı,
Sende; ben, imkansızlığı seviyorum.
Güneşli bir ormana dalar gibi dalmak gözlerine
Ve kan ter içinde, aç ve öfkeli,
Ve bir avcı iştahıyla etini dişlemek senin.
Sende, ben, imkansızlığı seviyorum,
Fakat asla ümitsizliği değil...

CAN YÜCEL - SENİNLE OLMAK

Seninle olmanın en güzel yanı ne biliyor musun?
Elin elime değmeden avuçlarımı terleten sıcaklığını taa içimde hissetmek.
Seninle olmanın en kötü yanı ne biliyor musun?
''Seni seviyorum'' sözcüğü dilimin ucunu ısırırken her konuşmamızda
boş yere saatlerce havadan sudan söz etmek.
Seninle olmanın en heyecanlı yanı ne biliyor musun?
Aynı şeyleri seninle aynı anda düşünmek birlikte ağlamak gülmek.
Ve buradayken bile seni çılgınca özlemek...
Seninle olmanın en acı yanı ne biliyor musun?
Seni hiç tanımadığım bir sürü insanlarla paylaşmak.
Senin yanında olan, seninle konuşan herkesi çocukça kıskanmak.
Seninle olmanın en mutlu yanı ne biliyor musun?
Tanıdık birileriyle karşılaşma tedirginliği ile yollarda yürümek yan yana...
Elimdeki şemsiyeye inat yağmurda ıslanmak birlikte.
Elimde kır çiçeğiyle seni beklemek...
Aynı mekânlarda aynı yiyecekleri yemek.
Seninle olmanın en romantik yanı ne biliyor musun?
Sensiz gecelerde sana söyleyemediklerimi yıldızlara aya anlatmak...
Okuduğum kitabın sayfalarında dinlediğim şarkıların türkülerin şiirlerin her mısrasında seni bulmak.
Seninle olmanın en zor yanı ne biliyor musun?
Seni kaybetme korkusuyla hayatta ilk kez tattığım o tarifsizduygularımı umut denizinin ortasında küreksiz bir sandala hapsetmek.

Sevgili yerine yıllarca dost kalmayı başarmak.
Yalın ayak yürümek bıçağın en keskin yerinde.
Kanadıkça tuz yerine gözyaşlarımı basmak yüreğime.
Seninle olmanın tek yan etkisi ne biliyor musun?
Nereden bileceksin?
Sen benimle hiç olmadın ki.
Olsaydın avuçlarım terlemezdi...
Isırmazdım dilimin ucunu...
Özlemezdim seni yanımdayken...
Kıskanmazdım.
Korkmazdım yollarda yürümekten.
Islanmazdım yağmurlarda...
Yıldızlara aya dert yanmaz,
Böyle her şarkıda sarhoş olmazdım.
Korkmazdım seni kaybetmekten
Ayaklarım kan revan atlardım sandaldan denize...
Ve her kulaçta haykırırdım seni.
Ama sen hiç benimle olmadın ki...
YA AKLIN BAŞKA YERLERDEYDİ YA YÜREĞİN...

26 Nisan 2009 Pazar

HALKLARIN KARDEŞLİĞİ ADINA

yeni bir dünya için kardeşler
yeni bir dünya için bu kavga
bu kan
bu zulüm
yeni bir dünya için kardeşler
yeni bir dünya için bu sabır
bu kin
bu sancı
aç çocukların cesetleri ve küçük orospular
titreşir duvar diplerinde salhane demokrasisi
dilenci sokaklarda fukara mintanlar giyinir ihtilal
çünkü yaldızlı kolonyel şapkası
ve uzun beyaz sakalıyla finans kapital
dolarların azgın dişlilerini
dağların damarlarına geçirmektedir

canevinde mürteci bir intihar
ve işgal ordularının yüzü suyu hürmetine
hey gözünü sevdiğimin demokrasisi
başı boynuzlusu da
eli kelepçelisi.
ve dalkavuk
ve cümle üç kağıtçı namussuzu
telgrafın tellerine kuşlar konmuyor
oturmuş körpe yüreğe korkunun zindanları
ve savurmuş kara türküsü açlığın
beş vakit salahına yoksul müslümanları.

ülkem bir zulüm cenderesidir işte
kıyı köşe mezbahaorta yer giyotin
sofraya kahır taşınıyor
akşamları, ekmek yerine
ve geceleyin eşleriyle değil
acılarıyla yatıyor, çiftleşiyor insanlarım
bakmayın bayram seyran gevişen aşaire
türküleri ezgileri yalan
kavgaları yalan
dağların o yanında
beller büken
evler yıkan
bu yanında
soygun
talan.
dönek elleri ve katil yüreğiyle ihanet
darağaçları kurmaktır cami avlularına
bağımsızlığın kahraman çocukları
mavzerlerin intiharında
mavzerlerin intiharında cıbranlı halit seyit rıza.
hilali bir türküdür dersim mağaraları
ak tolgalı mirimiran haykıramaz artık
suskundur
külhani cakasıyla milli cephe

bu dağlarda vuruldu boyunduruk
kınalı türkülerin boynuna
halkların kardeşliği adına
bu dağlarda deşildi gebe kadınların karnı
bu dağlarda boğazlandı istiklal-i tam.
oysa namlular daha soğumamıştı
ekmeğimiz yoktu
mermimiz yoktu
bin can ile
bir umut ektiğimiz
toprağımız yok.
dağlar gibi yığıldı ölüler
ve ayaklar altında namusumuz
lanetlenmiş
aç çoluk çocuk
kadınlarımız, davarlarımız
haldan bilmezgeçit vermez kanlı zilan
of off off be
tifüs ve kanser
ve siyatik
difteri
kalp yetersizliği, ülser vesaireve cümle illeti muzır haşeratın
bir de açlık
bir de zulüm
ah bir de zindanlar
ıssız bir uğultudur doğanın padişahı
fideler cılız
dağlarda umudun hazin sancısı
toprağın bağrında tohum kan revan içindedir.
ve kan revan içindedir türkülerimiz:
“kış günüdür güller açmaz
dallarda bülbüller ötmez
can arzular elim yetmez
vahh lımınb
ırindarım
içerden
içerden yar içerden
kes bağrım yar içerden’’
işte namus
intiharı düşünür kederinden
ve bu boş tencerenin onulmaz kahrı
utanır kendi kendinden
birebir vermeyen toprak
karabasan yaşlı öküz. sebisübyan aç-susuz ne
giden ne beklenen var ve dağlarda çırılçıplak
eşkiyalar.