19 Aralık 2011 Pazartesi

Sevgi Namına

Her dinlediğimde beni uzaklarda bıraktıklarıma götüren fakat ısrarla hala "Gel Gönül" diyerekten ya gönlümün sahibi çağırıyorum hala, yahut da kendimi inanılmış sevgilerden uzak tutmaya, kendi söylediğim yalanlara inanmamaya davet ede yegane parçanın yürekteki yaralara merhem sürercesine yumuşak dokunuşlara sahip bir ses eşliğinde kulaktan kalbime akışı... Ve şarabın yokluğu yanı başımda... 'Kutsal Kase'de içilesi yegane içecek çay eşliğinde özlemlere dalmak...
Zafer Güler - Gel Gönül

14 Aralık 2011 Çarşamba

Anılardan Nick Cave

Müdahaleci bir tanrıya inanmıyorum
Ama biliyorum ki sen inanıyorsun sevgilim.
Eğer inansaydım diz çöker ve yalvarırdım;
Sana müdahale etmemesini,
Saçının tek bir teline bile dokunmamasını,
Seni olduğun gibi bırakmasını isterdim.
Ve seni yönlendirmek zorunda hissederse,
Doğruca benim kollarıma yönlendirmesini...

5 Aralık 2011 Pazartesi

Sunay Akın - Beyaz Tutkal

Türkçeyi askerde öğrenen bir Kürt
dost olduğu martıya
heceletir etiketini: Hayal
nice kırıklığı
yapıştırır Kız Kulesi
denizin rafında unuttuğunuz
ah, o beyaz tutkal

Berberden hiç çıkmayan
bir kadın gibi Paris
bigudisini tutan pens yerine
saçlarına takar Eyfel'i
ve sokakta oynayan
yaramaz çocuğu İstanbul'un
Kız Kulesi diye bilinir
alçıya alınan kırık eli

Dizlerine yatıp sevgilimin
bir yaz gecesi
beyaz duvarında
seyrediyorum Şarlo'yu
üç şey aldım yanıma
Boğaz'ın ortasındaki ıssız adada;
k ı z k u l e s i n e m a

3 Aralık 2011 Cumartesi

Sunay Akın - Asansör

Telefon santralleri
beni sana bağlar sevgilim

nükleer santraller ölüme
gökyüzünün nerede olduğunu soran
bir vapur dumanına
yanıt veremiyor hiç kimse

Çocuğunu asma köprüde sallayan
bir annedir İstanbul
ki onun
içi süt dolu
biberonudur Kız Kulesi
soğusun diye suya tutulan

Ne kalem kılıçtan
ne kılıç kalemden üstün olsun
öğrensinler birlikte yaşamayı
örneğin kalem
aşk şiirleri yazsın
ve köreldikçe kılıç yontsun

Yalnız kaldığımız an da bile
alırız insan kokusunu
ıssız adasında
üstünden atamamıştır Robinson
yaptığı ilk mastürbasyonda
yakalanma korkusunu

Kendi boşluğuna asılı
birer asansörüz aslında
ve ben elimde
taze bir karanfil
sıkışıp kaldım
iki katın arasında

22 Kasım 2011 Salı

DENEME 1

Oturduğu pencere kenarında, izlediği yağmurla yarışırcasına akan gözyaşlarına inat hayatta hala gülmeye değer bir şeylerin olduğuna inanmak istiyordu. Elinde boşalmak üzere olan kadeh, iki adım ötesindeki siyanürün tadını gizlemeye yeterdi, bunu bilmese de hissediyordu. Fakat gizlenen bu tat, öldürmeye yeterdi bunu ise kesinkes biliyordu.

Birden pencerenin önündeki kurumuş papatyalara – papatyayı çok severdi- ev sahipliği yapan sırılsıklam kanatlarıyla minik bir serçe yavrusu gördü. Tüylerinin ıslaklığının, gözyaşlarından mı, yağmurdan mı olduğunu düşündü. Tüm kâinatın – onun gibi – bu gün ağladığını düşünüyordu. Yağmurun şiddetine bakılırsa Tanrı da ağlıyordu. İyi ama Tanrı tek olduğuna göre, onu kim terk etmişti?

Düşüncelerinin saçma olduğuna karar verip kadehini doldurmak üzere, sehpanın üzerindeki kırmızı şarap şişesine doğru yürüdü. Ayağa kalkınca düşmemek için otluğunun kenarına tutundu. Sevgisinden değersiz gördüğü bekâretini bu koltukta teslim etmişti Ufuk’a. Şimdi ise Ufuk’un armağanı sayılacak bu ayrılığın dehşetiyle bu koltuğa teslim oluyordu. Birden koltuğa yığılıp kaldı.

Dört yıldan daha uzun bir süreyi doldurmuştu bir kaza sonucu tanıştıkları Ufukla olan birliktelikleri. Fakat onu daha uzun bir süredir tanıdığını anımsadı. Üniversiteyi bitirdiği sene başladığı fabrikadan düzenli olarak kâğıt alan bir basımevinde çalışıyordu Ufuk. Ta o günlerden beri okuduğu her kitabın, her derginin onun elinden çıkmış olabileceğini, bütün ‘v’ harflerinin onun matbaası tarafından kendilerinin ürettiği kâğıtlara basıldığını düşünmek tatlı bir haz veriyordu.

4 Kasım 2011 Cuma

Zülfü Livaneli - Doğdukları Yerde Ölenler

Bozkırda bir kasabadan geçerken
Tozlu yolda iki sıralı kahveler
Öyle sakin kıpırtısız
Otobüsü süzerler
Doğdukları yerde ölenler

Sıcak öğle sonları, kan uykularda
Serinliği dipsiz kuyuların
Soğutulmuş testilerde sızıntı
Güneş birden devrilir gider
Ve geceleri titrer fenerler
Hiç şikayet etmezler
Doğdukları yerde ölenler

Dağ başında bir köyde
Kar altında dal gibi bir kız
Munzur Dağı gibi köye yazgılı
Çeşme başındaki gülüşmeler

Dünya onlar için dönmez
Bilmezler yol yorgunluğunu
Sesleri yankı bulur
Hep aynı kayadan, aynı saat diliminden
Düşlerinde Çin ü Maçin’e giderler
Doğdukları yerde ölenler...

Kendi Sesinden...

2 Kasım 2011 Çarşamba

Noise/Gürültü

Geçen akşam CNBC-E de izlediğim bu harika film toplum olarak herkesi ilgilendirdiği halde, kulaklarını tıkamış toplumu görmezden gelerek tüm toplum için toplumu karşısına alan ve sonuç olarak başarıya ulaşan bir anti-kahramanın macerasını ve hassasiyetini ele mükemmel bir yapım. Sivil itaatsizlik örneği...
Başrolünde "The Shawshank Redemption (1994)"dan tanıdığımız Tim Robbins...
http://www.imdb.com/title/tt0425308/
Fragmanı

14 Ekim 2011 Cuma

CAN YÜCEL - SEVGİ DUVARI



sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa
kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
dilimizde akşamdan kalma bir küfür
salonlar piyasalar sanat sevicileri
derdim günüm insan içine çıkarmaktı seni
yakanda bir amonyak çiçeği
yalnızlığım benim sidikli kontesim
ne kadar rezil olursak o kadar iyi
kumkapı meyhanelerine dadandık
önümüzde altınbaş altın zincir fasulye pilakisi
aramızda görevliler ekipler hızır paşalar
sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
çöpçülerin elleriyle okşardın beni
yalnızlığım benim süpürge saçlım
ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi
baktım gökte bir kırmızı bir uçak
bol çelik bol yıldız bol insan
bir gece sevgi duvarını aştık
düştüğüm yer öyle açık seçik ki
başucumda bir sen varsın bir de evren
saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
yalnızlığım benim çoğul türkülerim
ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi

27 Eylül 2011 Salı

Cemal Süreya - Elma

Şimdi sen çırılçıplak elma yiyorsun
Elma da elma ha allahlık
Bir yarısı kırmızı bir yarısı yine kırmızı
Kuşlar uçuyor üstünde
Gökyüzü var üstünde
Hatırlanacak olursa tam üç gün önce soyunmuştun
Bir duvarın üstünde
Bir yandan elma yiyorsun kırmızı
Bir yandan sevgilerini sebil ediyorsun sıcak
İstanbul’da bir duvar

Ben de çıplağım ama elma yemiyorum
Benim öyle elmalara karnım tok
Ben öyle elmaları çok gördüm ohooo
Kuşlar uçuyor üstümde bunlar senin elmanın kuşları
Gökyüzü var üstümde bu senin elmandaki gökyüzü
Hatırlanacak olursa seninle beraber soyunmuştum
Bir kilisenin üstünde
Bir yandan çan çalıyorum büyük yaşamaklara
Bir yandan yoldan insanlar geçiyor çoğul olarak
Duvarda bir kilise

İstanbul’da bir duvar duvarda bir kilise
Sen çırılçıplak elma yiyorsun
Denizin ortasına kadar elma yiyorsun
Yüreğimin ortasına kadar elma yiyorsun
Bir yanda esaslı kederler içinde gençliğimiz
Bir yanda Sirkeci’nin tren dolu kadınları
Adettir sadece ağızlarını öptürürler
Ayaküstü işlerini görmek yerine

Adımın bir harfini atıyorum

28 Ağustos 2011 Pazar

Bayram Balcı - Lamia

I.

damarında siyanür dolaşıyor şehrin
aşk bizden güçlü. bizden uzak
cinnetli bir cinayet saklı gelen her günde
eksiliyor bizim olan zaman. kederli sarsak

ben öyle uzak durmayı bilmezdim
insanlar geçerdi kalbimden
acıtarak düşlerimi geçerdi
bakır bir sürahide kanardım
iflah olmaz gençliğimi

gölgesi vuruyor şimdi sağılmayan bir yaranın
yalnızlığın üstüne uzak bir şarkı gibi düşüyor
kalbi kanıyor şehirlerin lamia
avucuma akan sudan anlıyorum bunu

bilmezdim ben sofraya erdemle gelen ekmek gibi
uzak durmayı sevdiğim şehirlerden

II.

sana hayatı tutsak alan acılardan söz ediyorum
adli tıp morglarına takılı kelebekşarkısı
dalından koparılan yaprakağrısı
sana yüzünü dağlara dönmüş hayattan sözediyorum
şehir sansartuzağı kondular ağıt halkotobüsleri üryan
sabah felaketlerle çalıyor kapıları
kadavrasız yaşamın çağıldayan sevdası
aşk bana kahır lamia. bana serkeş

sana oğlu kaybedilmiş bir annenin acısıyla sesleniyorum
ben ölürüm lamia
nefes alarak kalbim çarparak
şehrin belleğini zonklatarak ölürüm
salgın vebadır şehre kayıpoğulsancısı
bitirim mahçup gayriresmi
yıkar tahtını saltanatın
korku öde çığlık anamın sancısına karışır
ben yeniden doğarım lamia
bir avuç et üç gram kanpıhtısı
sonrasız canhavli
çağötesinden kalma bir fosilim
anamın evlat deyip bağrına bastığı

III.

çocuk yanıma tetik çekiyor hayat
her sabah başka yerimden vuruluyorum
uyumsuzluğun kahredici sessizliği
şehirler teslim alınmış lamia
aşka ayakbağı şehirler
ankara: yürüyen bir sürgün salyangoz burunlu
sıvas: yüreğimin tuncunu eriten yangın
istanbul: iki yakası biraraya köprülerle getirilen zavallı
ne verebilir ki hayata karavana yaptıran bir aşka

ben sabahı vuran sürmanşet haberim lamia
"teslim ol çağrısına" aşkla karşılık veren
adını kurşunkırığı camlara çizen
dilinin ucunda patlayan ateşim
dağla kuşanmış bir bildiri gibi
parçalanırım şehrin koynunda

IV.

benim aşk dediğim lamia. aşk bildiğim
bombalar arasında yiten
tozbulutlarının taneciklerindeki günışığı
dağın koynundan kopup gelen
rahmine akıp giden ateştohumu
kefensiz gömütsüz meçhul denizler kervanı
benim aşk dediğim aklı çürüten tez
dağdan kopan ezgi

ben bir deprem uğultusuyum lamia
yağmurlu bir kırlangıç kanadı
kaynağını arayan ırmak
semah duran turnadirenci

inerim birgün şehrin koynuna
gecenin yıldızını koparan sabahın ilkışığı gibi
şehrin cenderesinde yangınlara sarılmış bir annenin
ateşli yüreği gibi inerim
yakarak yokluğun acısını
sığmaz şehre içimden kopan fırtına
çünkü aşk değil bu lamia. herşeydir

parçalanır şehrin rutinağrısı sel olurum
oyunlarda unutulmuş afet bir çocuk
varoşlardaki delikanlılığın vitrine vuran hıncı
gençkızların kitabaralarında kuruttuğu falpapatyası
sabahına kahır düşmüş kalpağrısı
devinen ve kirlenen bir yalnızlıktır şehirkalabalığı
acılarını bas yarama lamia. yoksa vurur beni de
aşka kasdeden bu çaresiz hayat

V.

sana sabahın sisini kalbine sarıp şehri süpüren
genç bir çöpçünün aklından geçirdiklerini sesleniyorum
hergün dolup boşalan sırça bir okyanustur şehir dediğin
yağmursuz riyakar ölümkurusu

ah... lamia
sen umuttan daha güzel şeyler de olduğunu öğrenemedin
dolarla markla tercüme ediliyor yaşam sanılan yanılsama
artık aşkını leylekler kanatır senin
diplomatik ihanetlerde ziyan olur bahar
dellenmiş bir tetikçi düşürür korkusunu şehrin ihanet dolu avuçlarına

lamia... güzelim aşkarasında unutulmuş gültadım
şehri kuşatan hayatın gücü erişmez aşkın doruklarına
zehir bir hançerdir saklı durur yaranda
ağla...ağla... ağla
karışsın gözlerin dağların kıvrımlarında çoğalan tozkabarcıklarına
ben artık şehirlerde yaşayamam lamia

9 Ağustos 2011 Salı

AHMET TELLİ - ASMİN

Kimdi cesaretimi kıran,üstelik
Yeni serüvenlere hazırlarken kendimi
Sesimi cılız,rüzgarımı yelkensiz
Bulan kimdi, ki şimdi geniş zaman
Kipiyle düşürüyor gölgesini anılarıma
Ama kimdi adını bir kadına ödünç verip
Doruklara çekilen büyülü doruklara
Biz Asmin dedik ona,sevgilim,kadınım,
Anamdı belki, ama o çoktandır
Üç bin metrenin altına inmiyor artık

İçimde bir fil sezgisi,kopup gitmeliyim
Dağlara yazmalıyım aşkı ve ayrılıkları
Asminli düşler kurmalıyım ya da birisi
Karşılık bulmalı canımı yakan sorulara
Kim demiyorum kim olursa olsun

Boynu kırılan bir oyuncaksam hırçın
Bir çocuğun elinde, ki celladım
Gözlerimi de oymuştu fırlatıp atarken
Yine de özlüyorum onu, niyetçi
Tavşanlara dönerken beklediklerim

Aynı soruyu sormaktan, minör
Ağrılardan yoruldum,gitmeliyim buralardan
İçimde buharlaşan cıvayı soluyorum artık
Yoruldum yoruldum yoruldum
Gereklilik kipinde yaşamaktan.

2 Temmuz 2011 Cumartesi

Bir Alıntı - "Yedi Kapılı Kırk Oda"Dan

“İçinin bütün mevsimlerinin yaşamış insanlar vardır; içleri boşalmıştır bunların. Herhangi bir sahici duyguları kalmamıştır. Kimseye yönelik ne derin bir sevgi, ne derin bir kızgınlık duyabilirler. Bütün duyguları şiddetini yitirmiştir. Kimseye hiçbir şey veremezler artık, ellerinden gelmez. Hiç kimse için sahiden derin bir kaygı, diri bir öfke, tutkulu bir sevinç duyamazlar. Gençken sahip olmuşlarsa bile, olanca şefkatlerini çabucak tüketmişlerdir. Kendilerini korumayı öğrenirken, içlerini kurutmuş insanlardır bunlar. Her şeyi kesin bir yalınlık ve olağanlık duygusuyla yaşarlar. Serindirler. Alışkanlıkların kolaylıklarına bırakırlar kendilerini. Kesin bir kabulleniş, geri dönüşsüz bir razı oluş içindedirler. Tevekküllerinde, yaşamın derinleştirdiği, deneyimin zenginleştirdiği bir olgunluk değil, hayvani bir kayıtsızlık vardır. Duydukları, duyabilecekleri tek acı, fiziksel acıdır. Yüreklerinin kanatacak değerde hemen hiçbir şey kalmamıştır hayatlarında. İlk gençliklerinde bazı yaralar almışlarsa bile, zamanın ellerinin onarıcı gücünü sömürürcesine tüketmiş, günün birinde yeniden şifasına sığınmak zorunda kalmamak için de yara alacak yerlerini insafsızca yok etmişlerdir. Artık onlara zamanın bile yardım edemeyeceğini bildiklerinden, ne kadar gözlerimizin önünde olurlarsa olsunlar, erişemeyeceğimiz bir uzaklıkta, ateşten ve sudan, hikâye ve tutkudan, fırtına ve yastan sakınarak kırılmaz kabuklar, delinmez zırhlar, yüksek surlu kaleler içinde yaşayıp giderler. Mutlu ya da mutsuz olmanın ötesine geçmişlerdir. Bundan böyle, yalnızca var olduklarının bilgisiyle baş başa kaldıkları ömürlerinin inişsiz çıkışsız yollarını yavan adımlarla yürür, hayatı, uzun bir perhiz gibi yaşarlar. En derin acıları, en sarsıcı kederleri, kaderin pusu kurduğu beklenmedik kazaları bile hafif bir üzüntüyle geçiştirmeyi öğrenmişlerdir. İç çekerler, yazıklanırlar, omuz silkerler, Boş ver, der, çabucak dünya işlerine dönerler. Bir çeşit hayatta kalma bilgisidir bu. Ne olursa olsun, sonuna dek yaşamaya karar vermiş insanlarda görülür.”

29 Haziran 2011 Çarşamba

YALNIZLIĞIM BENİM SİDİKLİ KONTESİM...

Sen Beni O Zaman Gör...

hele bir sönsün ışıklar
hele bir kapansın kapılar
sular durulsun
bıçak atacağım tam on ikiden
kısa devre yapsın kalbim
ellerim inatla uzansın siğaraya
dağlarda ay büyüsün
sular köpürsün
sen beni o zaman gör

hele küssün meydanlar
dehşetin oğlu gülsün
ağır bir köpek karanlığı
ve tüm mayınlar patlasın
sen beni o zaman gör

kaldırımlara yağmur dökülsün
dağılsın aklındaki düşler
kaybettiklerim geri dönsün
sen beni o zaman gör

yalnızlık ne demek
kül olsun uykular
hayat silinsin gözlerimden
sen beni o zaman gör

saçlarımda erisin kar
göze alınırsa uçurumlar
kırılsın camlar, canlar
sen beni o zaman gör

10 Haziran 2011 Cuma

Cemal Süreyya - Aşk

Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git.
Gözlerin durur mu onlarda gidiyorlar. Gitsinler
Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin
Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık
Sevgiyeydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı,
Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun oturmuştu
Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti
Yoktu dünlerde evvelsi günlerdeki yoksulluğumuz
Sanki hiç olmamıştı

Oysa kalbim işte şuracıkta çarpıyordu

Şurda senin gözlerindeki bakımsız mavi, güzel laflı İstanbullular
Şurda da etin çoğalıyordu dokundukça lafların dünyaların
Öyle düzeltici öyle yerine getiriciydi ki sevmek
Ki karaköy köprüsüne yağmur yağarken
Bırakasalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti
Çünkü iki kişiydik

Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya
Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız
Seni bir kere öpsem ikinin hatrı kalıyordu
İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük
Yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde
Memelerin vardı memelerin kahramandı sonra
Sonrası iyilik güzellik.

9 Haziran 2011 Perşembe

Bir Alıntı

Altı resus maymunu, yiyecek elde etmek için çeşitli zincirleri çekecek şekilde eğitilmişti. Zincirlerden birini çektiklerinde en sevdikleri yiyeceklerinden bol miktarda alabiliyorlardı. Farklı bir zinciri çektiklerinde, daha az sevdikleri yiyecekten az miktarda alabiliyorlardı. Tahmin edebileceğiniz gibi, maymunlar, kendilerine istedikleri yiyecekten daha fazla almalarını sağlayacak zinciri çekmeyi çabucak öğrenmişlerdir. Bu mutlu ortamda geçen birkaç haftanın ardından, altı maymundan biri acıkmış ve zincire asılmaya karar vermişti. O zaman korkunç bir şey olmuştu. Farklı bir kafesteki maymun acı veren bir elektrik şoku yaşamıştı. Altı maymun da olanları görmüş, korkunç çığlığı duymuş, maymunun yüzünü ekşittiğine ve korku içinde sindiğine şahit olmuşlardı.
Maymunlarda hemen davranış değişikliği olmuştu. Dördü, en fazla ödül getiren zincire asılmayı bırakmaya karar vermişti. Diğer maymunlar incinmediği sürece daha az yiyecekle yetinmeye razı oldular. Beşinci maymun beş gün boyunca zincirlerden ikisini de çekmemiş, altıncı maymun ise on iki gün boyunca
zincirlere asılmamıştı (J. Masserman ve ark.)
Maymunlar, yalnızca tanımadıkları bir maymun acı çekmesin diye kendilerini açlığa mahkûm ederken, acaba deneyi yapanlara ne mesaj vermek istedi? Bunu insanlığa öğretmenin bir yolunu bilen var mı?

http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1052206&Yazar=PROF. DR. ZİYA SELÇUK&Date=09.06.2011&CategoryID=97

4 Haziran 2011 Cumartesi

Bertolt Brecht - KÖTÜ ZAMANLARDAN BİR AŞK ŞARKISI

Arkadaş olmamıştık birbirimizle
Ama oturduk birlikte aynı yerde
Ve sarılıp yattığımızda birbirimize
Aydan daha yabancıydık birbirimize.

Ve karşılaşsak bugün çarşı-pazarda
Dövüşebiliriz belki bir kaç balık için.
Arkadaş olmamıştık birbirimizle
Sarılıp yattığımızda birbirimize

Bertolt Brecht - Bizden Sonra Doğanlara

I
Gerçekten, karanlık günlerde yaşıyorum!
Doğru söz delilik. Düzalın
Kanıtı vurdumduymazın. Gülen kii
Korkunç haberi
Henüz almamış.

Ne günlere kaldık, ki
Neredeyse suçtur ağaç üzerine bir konuşma
İçerir çünkü susmayı bunca kötülük üstüne!
Orda ağırdan caddeyi geçen
Erişilmez mi dara düşen
Arkadaşları için?

Doğrudur: geçimimi sağlıyorum daha
Ama inanın: bu bir raslantı yalnız. Yaptığım
Hiçbir iş doyma hakkını vermiyor bana.
Rastgele korunmuşum. (Talihim dönüverse. Yokum.)

Bana diyorlar: ye iç! Bak keyfine!
Nasıl yer içerim, kaparsam
Yiyeceğimi bir açın elinden ve
Bardaktaki suyum bir susuzda yoksa?
Ve yeyip içiyorum gene de.

İsterdim bilge olmak.
Eski kitaplarda yazılı nedir bilge
Kavga dışı kalmak dünyada ve kısa yaşamını
Korkusuz geçirmek
Zora başvurmadan edebilmek
Kötülüğe iyilikle karşılık vermek

İsteklerine ermeyip, unutmak
İşi bilgenin.
Yapamam bütün bunları:
Gerçekten, karanlık günlerde yaşıyorum!

II
Şehre geldim bozuk düzen günlerde
Açıklık sürerken.
İnsan arasına karıştım ayaklanmada
Ve onlarla birlikte öfkelendim.
Böyle geçti zamanım
Yeryüzünde.

Yemeğimi yedim iki savaş arası
Katillerin arasında yattım
Sevgiye saygısız
Ve doğaya sabırsız baktım.
Böyle geçti zamanım
Yeryüzünde

Her yol batağa çıkardı benim zamanımda.
Dilim durmaz ele verirdi beni.
Elimden gelen azdı. Ama hükmedenler
Daha rahat olurdu bensiz, buydu umudum.
Böyle geçti zamanım
Yeryüzünde.

Gücüm azdı. Hedef
Uzak mı uzak.
Apaçık belliydi, benim ulaşmam
Mümkün değildiyse de.
Böyle geçti zamanım
Yeryüzünde.

III
Siz, siz ki çıkacaksınız
Battığımız tufandan
Düşünün
Eksiklerimizden söz ederken
Karanlık çağı da
Sizin kurtulduğunuz.
Gittiydik, ayakkabıdan çok ülke değitirip
Sınıf savaşları arasından, umarsız
Yalnız haksızlık var da baş kaldırma yoktuysa.

Biliyoruz oysa:
Alçaklıktan nefret bile
Çarpıtır çizgileri
Haksızlığa öfke bile
Kısar sesi. Ah, biz
Hazırlamak isterken dostluk yolunu
Dost olamadık kendimiz.

Siz ama, o gün gelince
İnsanın insana el uzattığı
Anın bizi
Hoşgörüyle

3 Haziran 2011 Cuma

Edip Cansever - Yerçekimli Karanfil

Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde
Oysaki seninle güzel olmak var
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda
Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor.
Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor
Derken karanfil elden ele.
Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle
Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk
Birleşiyoruz sessizce.

Edip Cansever - Mendilimde Kan Sesleri

Her yere yetişilir
Hiçbir şeye geç kalınmaz ama
Çocuğum beni bağışla
Ahmet Abi sen de bağışla
Boynu bükük duruyorsam eğer
İçimden öyle geldiği için değil
Ama hiç değil
Ah güzel Ahmet abim benim
İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suyunda yüzen balığa
Toprağını iten çiçeğe
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
Konyanın beyaz
Antebin kırmızı düzlüğüne benzer
Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir
Denize benzer ki dalgalıdır bakışları
Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına
Öylesine benzer ki
Ve avlularına
(Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)
Ve sözlerine
(Yani bir cep aynası alım-satımına belki)
Ve bir gün birinin adres sormasına benzer
Sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne
Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına
Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına
Minibüslerine, gecekondularına
Hasretine, yalanına benzer
Anısı işsizliktir
Acısı bilincidir
Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir
Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi.
Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden
Dirseğin iskemleye dayalı
-- Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben --
Cıgara paketinde yazılar resimler
Resimler: cezaevleri
Resimler: özlem
Resimler: eskidenberi
Ve bir kaşın yukarı kalkık
Sevmen acele
Dostluğun çabuk
Bakıyorum da simdi
O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde.
Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi
Biz eskiden seninle
İstasyonları dolaşırdık bir bir
O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar
Nazilli kokardı
Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası
Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında
Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen
Kadının ütülü patiskalardan bir teni
Upuzun boynu
Kirpikleri
Ve sana Ahmet Abi
uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki
Sofranı kurardı
Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı
Cezaevlerine düşsen cıgaranı getirirdi
Çocuklar doğururdu
Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar...
Bilmezlikten gelme Ahmet Abi
Umudu dürt
Umutsuzluğu yatıştır
Diyeceğim şu ki
Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler
Oysa o kadar kullanışlı ki şimdi
Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse
Çocuklar, kadınlar, erkekler
Trenler tıklım tıklım
Trenler cepheye giden trenler gibi
İşçiler
Almanya yolcusu işçiler
Kadınlar
Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi
Ellerinde bavullar, fileler
Kolonyalar, su şişeleri, paketler
Onlar ki, hepsi
Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler
Ah güzel Ahmet Abim benim
Gördün mü bak
Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
Ve dağılmış pazar yerlerine memleket
Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
Gelse de
Öyle sürekli değil
Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
O kadar çabuk
O kadar kısa
İşte o kadar.
Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar
Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
Mendilimde kan sesleri.

1 Haziran 2011 Çarşamba

Yılmaz Güney - Mutlu Olma Şansı

Hayat bize mutlu olma şansı vermedi sevgili,
biz kendimizden başka herkesin üzüntüsünü üzüntümüz acısını acımız yaptık çünkü.
Dünyanın öbür ucunda hiç tanımadığımız bir insanın göz yaşı bile içimizi parçaladı.
Kedilere ağladık, kuşların yasını tuttuk...
Yüreğimizin zayıflığı kimi zaman hayat karşısında bizi zayıf yaptı. Aslında ne güzel şeydir insanın insana yanması sevgili...
Ne güzeldir bilmediğin birinin derdine üzülebilmek ve çare aramak. Ben bütün hayatımda hep üzüldüm, hep yandım.
Yaşamak ne güzeldir be sevgili...
Sevinerek, severek, sevilerek, düşünerek...
Ve o vaz geçilmez sancılarını duyarak hayatın...

31 Mayıs 2011 Salı

Mavi Gözlü Dev - Nazım

O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Kadının hayali minnacık bir evdi,
bahçesinde ebruliii
hanımeli
açan bir ev.
Bir dev gibi seviyordu dev.
Ve elleri öyle büyük işler için
hazırlanmıştı ki devin,
yapamazdı yapısını,
çalamazdı kapısını
bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan evin.

O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Mini minnacıktı kadın.
Rahata acıktı kadın
yoruldu devin büyük yolunda.
Ve elveda! deyip mavi gözlü deve,
girdi zengin bir cücenin kolunda
bahçesinde ebruliiii
hanımeli
açan eve.

Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,
dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:
bahçesinde ebruliiiii
hanımeli
açan ev..

29 Mayıs 2011 Pazar

William SHAKESPEARE - 66. SONE

Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
Ezilmiş, horgörülmüş el emeği, göz nuru,
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen' e
Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
Seni yalnız komak var, o koyuyor adama.

William SHAKESPEARE

Çeviri : Can YÜCEL

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Can Yücel - Bu da Öyle Bir Aşk

Sırtımda çıplak
Islak nefesin
Bi gidip bi geliyor

Biz senlen yatmıyoruz ki
Yaşamıyoruz da
Hep yarışıyoruz
Sen mi ben mi
Önce kim
Ölümü öldürecek diye

Cemal Süreyya - Beni Öp Sonra Doğur Beni

Şimdi
utançtır tanelenen
sarışın çocukların başaklarında.

Ovadan
gözü bağlı bir leylak kokusu ovadan
çeviriyor o küçücük güneşimizi.

Taşarak evlerden taraçalardan
gelip sesime yerleşiyor.

Sesimin esnek baldıranı
sesimin alaca baldıranı.

Ve kuşlara doğru
fildişi: rüzgarın tavrı.
Dağ: güneş iskeleti.

Tahta heykeller arasında
denizin yavrusu kocaman.

Kan görüyorum taş görüyorum
bütün heykeller arasında
karabasan ılık acemi
- uykusuzluğun sütlü inciri -
kovanlara sızmıyor.

Annem çok küçükken öldü
beni öp, sonra doğur beni.

20 Mayıs 2011 Cuma

Gülten/Ahmet Kaya - Sen Beni O Zaman Gör

hele bir sönsün ışıklar
hele bir kapansın kapılar
sular durulsun
bıçak atacağım tam on ikiden
kısa devre yapsın kalbim
ellerim inatla uzansın siğaraya
dağlarda ay büyüsün
sular köpürsün
sen beni o zaman gör

hele küssün meydanlar
dehşetin oğlu gülsün
ağır bir köpek karanlığı
ve tüm mayınlar patlasın
sen beni o zaman gör

kaldırımlara yağmur dökülsün
dağılsın aklındaki düşler
kaybettiklerim geri dönsün
sen beni o zaman gör

yanlızlık ne demek
kül olsun uykular
hayat silinsin gözlerimden
sen beni o zaman gör

saçlarımda erisin kar
göze alınırsa uçurumlar
kırılsın camlar, canlar
sen beni o zaman gör

sen beni o zaman gör

sen beni o zaman gör

Lavinia - Özdemir Asaf

Sana gitme demeyeceğim.
Üşüyorsun ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar.
Yanımda kal.

Sana gitme demeyeceğim.
Gene de sen bilirsin.
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,
İncinirsin.

Sana gitme demeyeceğim,
Ama gitme, Lavinia.
Adını gizleyeceğim
Sen de bilme, Lavinia.

15 Mayıs 2011 Pazar

BİR ALINTI "gereksiz adam"dan

''Yüzünde toprağını sevmediğim coğrafyanın izi var. Kaşların güzel, gözlerin manalı, Yaradanın üflediği bi güzellik var belki de özünde ama yüzünde, toprağını sevmediğim coğrafyanın izi var ve bakışların alabildiğine uzak''

İlk bakış, ilk bakışta gözlerine yüklenen anlamdı bu; korkutan, tedirgin eden. Buna rağmen başladı her şey. Bütün uzaklıkların kelimelerle üstünü örttü. Sağ yanına sakladı korkularını.

Ve gitti, kalıyor gibi gözüktü ama gitti.

Ve gece gibi şimdi dünya. Detayına saklanan bütün, maviden siyaha çalan hayatlar, güneşini örttü. Ve coğrafyasını özledi yüzünün...

BİR ALINTI "gereksiz adam"dan

''Yüzünde toprağını sevmediğim coğrafyanın izi var. Kaşların güzel, gözlerin manalı, Yaradanın üflediği bi güzellik var belki de özünde ama yüzünde, toprağını sevmediğim coğrafyanın izi var ve bakışların alabildiğine uzak''

İlk bakış, ilk bakışta gözlerine yüklenen anlamdı bu; korkutan, tedirgin eden. Buna rağmen başladı her şey. Bütün uzaklıkların kelimelerle üstünü örttü. Sağ yanına sakladı korkularını.

Ve gitti, kalıyor gibi gözüktü ama gitti.

Ve gece gibi şimdi dünya. Detayına saklanan bütün, maviden siyaha çalan hayatlar, güneşini örttü. Ve coğrafyasını özledi yüzünün...

CEMAL SÜREYYA - SAYIM

Ayışığında oturuyorduk
Bileğinden öptüm seni

Sonra ayakta öptüm
Dudağından öptüm seni

Kapı aralığında öptüm
Soluğundan öptüm seni

Bahçede çocuklar vardı
Çocuğundan öptüm seni

Evime götürdüm yatağımda
Kasığından öptüm seni

Başka evlerde karşılaştık
İliğinden öptüm seni

En sonunda caddelere çıkardım
Kaynağından öptüm seni.

10 Mayıs 2011 Salı

Ferhat Can - Beyaz Gece

Yıllanmış bir şarabın,
Sabrının sonunu selamete bağlıyorum beyaz gecelerde..
Ben, seni şuurunu kaybetmiş bir şiirin içinden çağırırken,
Sen, sahte âlemlerin ‘’uçkuruna’’ kurulu aşkların
‘’Üç kuruşluk’’ dünyasından sesleniyorsun bana..
…‘’Gelmeli miyim?’’

Sesimin sol anahtarını kaybettiğimden beri
Sana söylemek istediğim şarkıların
Kapısından dönüyorum.
‘’Hayat’’ adı başlığı altında
Can çekişen bir paragrafın
Açıklayıcısı olan bir dipnot olarak düşürülüyorum
Birbirine aykırı cümlelerin sonuna..

Hıçkırıklarımın, iç’ kırıklarımı bastırdığı beyaz gecelerde
Sırf sen uyanma, sen duyma diye
Eklediğim sahte gülücüklerin
Hesabını veriyorum şimdi mutluluğa…
Oysa sen hep yağmurdun sokağıma
Halbuki din’(le)seydin
Anlatacaktım..
Dökecektim eteğimdeki taşları bir bir sana
Hani şimdi sen yine yoksun ya
Yine sensiz yol alıyorum beyaz bir gecede
Uçsuz bir karanlığa..
Hem de eteğimde ki koca koca taşlarla…

Adının anlamını lügatıma aldığımdan bu yana
Sana nitelenmek için kendini adayan sıfatlarımın
Suratına tükürüyor şimdi kalemim…
Sana artık ne desem
Ne söylemek istesem
Aşkı yokuşa vuruyor cümlelerim..

Şimdi yine beyaz bir gecede
Seni sevmelerde
Fazla mesai yapıyorum.
Cenabet tasvirler üretiyorum şiirlerime..
Ne yazsam, ne söylesem
Anlatım bozukluğu oluyor şimdilerde..
Sensizlik
Nasıl anlatılabilir ki zaten doğru dürüst bir şekilde..

Ey! Olmayacak duamın öznesi..
Sus biraz, dinle beni
Aşkın abdestini gözlerinin yaşından aldığımdan beri
Benden götürdüklerin bir daha dönmedi geri…

Karanlığa bakıp umutlanmak
Şeytana uyup ‘’sevaba’’ girmek gibiydi ‘’seni sevmek’’..
Öylesine zıt, öylesine aykırı işte
Unutma sevgilim!!
Yine beyaz bir gecede
Sözün bittiği yerde
Seni bekliyor olacağım..!!

11 Nisan 2011 Pazartesi

GİTTİĞİN HER YER YALNIZLIĞIMDIR

şiir biter sen gidersin ne kalır geride
yağmur yağar ıslanır kirpiklerim
savurur yüzüme ayrılığı şehir
bir ben yalnız kalırım şiir biterse

senin gittiğin her yerde yağmur yağar üzerime

ateş üşür acı kanatır kendini
sen yine de gidersin
silerek ardındaki ayak izlerini
bir bela olur yaşamak

senin gittiğin her yerde uçurumlar büyür aşka

şiir biter büyür o mavi derinlik
sabah çözer gecenin gizini
ipi kopan bir uçurtma
yalnızlığına ağlar gökyüzünde

senin gittiğin her yer yalnızlığımdır benim

31 Mart 2011 Perşembe

şarkılı bir masal:)

Kör bir kuyuda umut ışığıdır yaşamak
Düşleri gerçek yapmak
Gökten yıldızlar çalmak
Dağlamak kanayan yarayı
Ağlamak doyasıya


Şarkılı bir masaldır yaşamak
Bir özlem yangınıdır yaşamak
Acısı derdi çok olsada
İnan yinede güzel yaşamak...


Kış gecesinde camlar dolusu buğular
Yağmurda güneş görmek
Seni sonsuz seyretmek
Dağlamak kanayan yarayı
Ağlamak doyasıya

Şarkılı bir masaldır yaşamak
Bir özlem yangınıdır yaşamak
Acısı derdi çok olsada
İnan yine de güzel yaşamak...

28 Mart 2011 Pazartesi

AHMET TELLİ - ÇOCUKSUN SEN

Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen
Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu
Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen
Kum taneleri var ya onlardan birindeyim
Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor
Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte

Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum

Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun
Sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman
Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum
Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup
Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için
Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar
Ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa
Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun
Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların
Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar
Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa

Çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan

Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit
Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman
Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık
Aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tansık
Seni bekliyorum orda, o kirlenen ütopyada
Kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak
Yumuyorum gözlerimi gözkapaklarımın içindesin
Sonsuz bir uykuya dalıyorum sonra ve sen

Hiç büyümüyorsun artık iyi ki büyümüyorsun
Adınla başlıyorum her şiire ve her mısrada
Esirgeyensin bağışlayansın, biad ediyorum.
Çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil

Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüm

Bir çiçeğe tutundum düşerken, ordayım hâlâ
Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı
Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle
Zaman benim işte, nesneleşiyor tüm anlar
Dursam ölürüm paramparça olur dünya

Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüğüm

Uçurum diyordun bir aşk uçurum özlemidir
Bırakıyorum öyleyse kendimi sesinin boşluğuna
Tutunabileceğim tüm umutları görmiyeyim için
Gözlerimi bağlıyorum geceyi mendil yaparak
(Gözlerim bir yerlerde daha bağlanmıştı, bunu
Unutmuyorum unutmuyorum unutmuyorum hiç)

Bir rüzgâr esse ellerin fesleğen kokuyor
Kırlangıçlar konuyor alnına akşamüstleri
Bu yüzden bir kanat sesiyim yamaçlarda
Üzgün bir erguvan ağacıyla konuşuyorum
Ayrılığın zorlaştığı yerdeyim ve dalgınlığım
Bir mülteci hüznüne dönüyor artık bu kentte

Çocuksun sen alnına kırlangıçlar konan

Bir bulutun peşine takılıp gittiğimiz yer
Okyanus diyelim istersen ya da sen söyle
Batık bir gemiyim orda, seni bekliyorum
Upuzun bir sessizliğim fırtınalar patlarken
Gövdem köle tacirlerinin barut yanıkları içinde
Ve gittikçe acıtıyor yaralarımı tuzlu su

Çocuksun sen, büyümek yakışmazdı hiç

Gülüşünün kokusuyla yeşerdi bu elma ağacı
(Soluğunun elma kokması bundandı belki)
Bir elma kokusuna tutundum düşerken
Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı
Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle
Çocuksun sen, çocuğumsun

15 Şubat 2011 Salı

YAĞMURA KARIŞAN AŞKIN ÇARESİ YOKTUR

I

yağmurun kederle yağdığı her yerde
üşüyen resimler düşer kalbime
gitmek sızar aklıma sevdiğim her kadından
durmadan kendini yakan ateşin oğluyum
bilinen bütün sözcüklerin anlamına uzak

her kadın bir uzağa çağırır beni
denize karıştıkça çürüyen ırmak
toprağını reddeden çiçek
sığınırım kendi limanıma
acının kalbidir gölgesiz suret

hayata aidat ödentisidir aşk
muhalefet bilmiştir kaçakelektrik kullanmayı
şifresi yitirilmiş bir şiir
kanayarak taşar satırarasından
intihar büyür uçurumlarında

II.

yağmura karışan aşkın çaresi yoktur
çözülür hayatın magması
ve bir kez daha telefonda
annem beni çok sevdiğini söyler

gece kan bulaşır aklıma
yakılacak mektupların cehennemindeyim
kaç şehir akıp gitti ömrümden
depresif bir metropol söyleminde

yağmur dindi kırıldı dalı kalbimin
hiç bir acıdan doğmaz bir başka acı
yaşanamayan aşklar tarar
kendini taşımaktan yorulmuş bir hayatı

GÜZEL'E

Dün gece senin küçücük elinle yalnız yattık
Yalnız senin küçücük elinle yalnızlık
Kandilli ilkokulu kadar kalabalık
Zilleri çaldığında düşlerinin
Sınıfların kapıları ardına kadar açık
Gökyüzünün, denizin, toprağın, hayalle, emeğin
Haklı sınıfları

Belki de baskın korkusuyla vefasız, akıntıya atılan
Kitaplar varya onlardan
Öğrenmiş Marx'ı, gümüş balıkları
Ve belki de onun için o kadar,
O kadar aydınlık ortalık...

Sen ki çicekleri toplamayan güzelim
Çicekleri sulayan çocuk
Ve ben ki buruk ve kavruk
Bir ihtiyar adamım artık
Öyle güzeldim ki senle, çiçeklerden çok
Ve anladım, anladım ki bir daha
DÜŞÜNDE BİLE GÖREMEZ İŞLER
DÜŞLERİN GÖRDÜĞÜ İŞLERİ

BULUŞMAK ÜZERE

Diyelim yağmura tutuldun bir gün
Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek
Öbür yanda güneş kendi keyfinde
Ne de olsa yaz yağmuru
Pırıl pırıl düşüyor damlalar
Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın
Dar attın kendini karşı evin sundurmasına
İşte o evin kapısında bulacaksın beni

Diyelim için çekti bir sabah vakti
Erkenceden denize gireyim dedin
Kulaç attıkça sen
Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan
Ege denizi bu efendi deniz
Seslenmiyor
Derken bi de dibe dalayım diyorsun
İçine doğdu belki de
İşte çil çil koşuşan balıklar
Lapinalar gümüşler var ya
Eylim eylim salınan yosunlar
Onların arasında bulacaksın beni

Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya
Çakmak çakmak gözleri
Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı
Herkes orda sen de ordasın
Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından
Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim
Özgürlüğe mutluluğa doğru
Her işin başında sevgi diyor
Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili
Bi de başını çeviriyorsun ki
Yanında ben varım

29 Ocak 2011 Cumartesi

UMUTSUZCA

Büsbütün yitirdi onu şimdi arıyor
Her yeni sevgilinin dudaklarında
Sevdiğinin dudaklarını kucaklarken
Bir başkasına aldansın istiyor
Aynı çocuğa kendini hep ona veriyor sansın

Büsbütün yitirdi onu sanki hiç olmamış gibi
Çünkü kurtulmak öyle demişti o - kurtulmak istiyordu
Hasta tensel eğlencelerin lekesinden
Lekesinden tendeki utancın
Vakit var daha diyordu -vakit var kurtulmaya

Büsbütün yitirdi onu, sanki hiç olmamış gibi
Düşlerinde, sanrılarında
Başkalarınındudaklarında hep onun dudakları
Yanıyor, yeniden duymak için tanıdık aşkı

12 Ocak 2011 Çarşamba

frht

Diyelim ki balıkmışım ben, sen de bir balıkçı..
İkimiz de biliriz, sineğe bile kıyamazsın.
Öyle boş oltayı atarsın denize.
Bilirsin salak olmadığımı,
Ama aşık olduğumu bilmezsin.
Ben sana inat yakalanırım.
Şaşırırsın, nereden çıktı bu diye..
İstediğin balık değil ki,
Oturmak iskelede..
Mecbur çekersin yukarıya,
Acı çekiyorum ne de olsa.
Dedim ya kıyamazsın,
Uzanırım avuçlarına,
Bilirim senin yanında yaşayamayacağımı,
Sen de bilirsin,
Öldürmeye kıyamazsın.
Bakarsın avuçlarındaki aptal balığa,
Ben de sana,
Sonra beni kurtarmayı seçersin,
Ben avuçlarında ölmeyi seçmiştim oysa...
Bırakırsın denize,
Yüzünde kahraman gülümseme,
Hayat kurtardın ya biraz önce,
Sessizce boğulurken mavilerde.
Son kez bakarım iskeleye,
İskeledeki aptal balıkçıya,
Sen de kurtardığın balığına..