22 Kasım 2011 Salı

DENEME 1

Oturduğu pencere kenarında, izlediği yağmurla yarışırcasına akan gözyaşlarına inat hayatta hala gülmeye değer bir şeylerin olduğuna inanmak istiyordu. Elinde boşalmak üzere olan kadeh, iki adım ötesindeki siyanürün tadını gizlemeye yeterdi, bunu bilmese de hissediyordu. Fakat gizlenen bu tat, öldürmeye yeterdi bunu ise kesinkes biliyordu.

Birden pencerenin önündeki kurumuş papatyalara – papatyayı çok severdi- ev sahipliği yapan sırılsıklam kanatlarıyla minik bir serçe yavrusu gördü. Tüylerinin ıslaklığının, gözyaşlarından mı, yağmurdan mı olduğunu düşündü. Tüm kâinatın – onun gibi – bu gün ağladığını düşünüyordu. Yağmurun şiddetine bakılırsa Tanrı da ağlıyordu. İyi ama Tanrı tek olduğuna göre, onu kim terk etmişti?

Düşüncelerinin saçma olduğuna karar verip kadehini doldurmak üzere, sehpanın üzerindeki kırmızı şarap şişesine doğru yürüdü. Ayağa kalkınca düşmemek için otluğunun kenarına tutundu. Sevgisinden değersiz gördüğü bekâretini bu koltukta teslim etmişti Ufuk’a. Şimdi ise Ufuk’un armağanı sayılacak bu ayrılığın dehşetiyle bu koltuğa teslim oluyordu. Birden koltuğa yığılıp kaldı.

Dört yıldan daha uzun bir süreyi doldurmuştu bir kaza sonucu tanıştıkları Ufukla olan birliktelikleri. Fakat onu daha uzun bir süredir tanıdığını anımsadı. Üniversiteyi bitirdiği sene başladığı fabrikadan düzenli olarak kâğıt alan bir basımevinde çalışıyordu Ufuk. Ta o günlerden beri okuduğu her kitabın, her derginin onun elinden çıkmış olabileceğini, bütün ‘v’ harflerinin onun matbaası tarafından kendilerinin ürettiği kâğıtlara basıldığını düşünmek tatlı bir haz veriyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder